Manav ifadelerinde "
Rumlar bugünkü Ayazmana çeşmesinin olduğu yerde tabi o zamanlar göz şeklinde çıkan bir su, yeni doğmuş olan çocuklarını suya batırıp çıkarıyorlardı. Bu bir kutsamaydı.
İlk baharda Ayazmana suyu bol akıyorsa o sene Isparta’da bolluk, az akıyorsa kıtlık olacağına inanılırdı. O zamanda zaten ilk leylek de gelmiş olurdu. Leylek de yılın nasıl geçeceğine dair bir alâmet getirirdi.
Ayazma suyuna ilk gelen rençber suya bakar, “Su baldır baldır akıyor bu yıl bolluk olacak”, Parabağlar da ilk leyleği gören Budacı “Leylek buğday başağı getirdi” derse, Ispartalı hanımlarla, kızlar arasında dedikodular başlardı.
“Hayır başak getirmemiş,
Kırmızı bez getirmiş,
Çok düğün olacakmış,
Kızlar gelin olacakmış.”
“Hayır kırmızı bez getirmemiş,
Zincir getirmiş, çok deli olacakmış.
Yok yok ak bez getirmiş,
Yıl kefin yılı, ölet yılı olacakmış.”
Bu mevsimde otuz yerde ataşlar yanar, tencerelerde kuzu kaynarmış. Öbek öbek otururlar, kahveler içilir, cigaralar dumanlanır, türküler, mâniler söylenirdi. Şakalar, şamatlar, sesler yıkarmış doğayı.
Akşam olunca kâh alacakaranlıkta, kimi cübbesini, kimi hırkasını omzuna atarak, palan vurulmuş atlarla, eşeklerle eve dönerlermiş.
Dönüşte sessiz durulur mu hiç; “Alıverin gıratımın gemini”, Bergama’nın köprüsünü sel aldı”, “Cezayirin gemileri”, gibi türküler şakırmış.
Çay boyundan, paşa bahçesinden, Minasın’dan, Eplalhardan, para bağlara kadar, dam dam pınarlara kadar, ahu pınarların, yıldızanlara kadar, Hacı Şaban bahçasından Zambaklılara, bezirgan pınarlarına kadar, su açıklarından Gölcük kıyılarına kadar; Öküz battıdan Sidrelere kadar... bahçalar, bahçalar. Küçük çay bahçaları. Doğancı bahçaları. Dere bahçaları. Bahçasıyla destan gibiydi Isparta.
Bağlar bağlar; kumbağlar. Kadın yerleri, çakallar deresi.. Her su başı, her ağaç gölgesi birer cennet.. Halkın en düşgünleri bile birer adam. Buralara gelirler. Şenlenirler, şenletirler. Gelemiyenlerde bu şenlikleri oldukları yerde, evlerinde, kendi bahçalarında, bağlarında yaratırlardı.
Buralarda Kavukçu Hasan Ağa güldüğü vakit, Bostan Çelebi Ağa cinlenip bağırdığı vakit, kahkahaları, velveleri yukarılardaki (Dilikli Kaya) yı çınlatırdı.
Burkutma Zade Halil Efendi, Kölenin Mehmet Ağa, Saraç Apdi Ağa ince ince nökteleriyle, kinayeleriyle kızdıkları vakit Camız Ağanın pıtır pıtır gevrecik halleri taşlan çatlatırdı. Dilikli Kayadaki kondaklı ebeyi güldürürdü.
Yesarı Halil Hocanın çuvaldız gibi sarakalarıyla davulcu Veli Ağa çıldırırdı. Yerlere yuvarlanırdı, Kendini sulara atardı.
İşte bir Rum tekerlemesiyle anıları tazeleyelim. Bir tarihtir Isparta derken boşa demiyorduk elbet. Isparta çok sayıda medeniyete de ev sahipliği yapmış bir şehirdi.
Hikaye odur ki, Cenevizlilerin hükümet merkezi Isparta’dır. Civar illere sular Isparta’dan dağılır. Bu sulardan birisi Ab-ı Hayat’tır. Yani ölümsüzlük suyu. Krallardan biri bu suyu içer ve bir türlü ölemez. Yaşlanır, hareket edemez iyice küçülür ama ölemez. Çok zor konuşur. Bunu İstanbul’da bir kap içinde saklarlar ve yılda sadece bir kez konuşur. O gün gözlerini açtığında;
Minasınım, Ağlâsınım duruyormu?
Findusum, Ağrosum, Radamosum duruyor mu?
Sidrem, Bodram duruyor mu?
Karılar, oğlan, kız doğuruyor mu? Der imiş.
İşte Rumlar arasında anlatılan en meşhur hikayelerden biri budur. Bu tekerleme incelendiğinde bahsi geçen yer adlarına dikkat edelim.
Minasın: Bugünkü Ayazmana altında Geyran tarafı.
Ağlasın: Bugünkü Ağlasun
Findos: Bugünkü Büyük – Küçük Gökçeli
Radamos: Bugün Eğirdir’e giderken Çay kavşağını geçince sol taraftaki arazi eski köy.
Sidre: Bugünkü Sidre Mahallemiz.
Bodra: Bugünkü Bedre (Beydere) Köyü
Bu yerlerin ortak özelliği ise hepsinde de Rumlar yaşardı.
Daha anlatılacak çok şey var Katırcıoğlu’ndan Hakkı Baba’dan, ancak Isparta’m lâl olmuş, ne tarihine, ne kültürüne sahip çıkan olmamış.