Birkaç gündür Türkiye'nin farklı şehirlerinden arkadaşlar, akrabalar arıyorlar. "Geçmiş olsun, iyi misiniz, çok zor durumdaymışsınız, öyle mi?" diye. "Hayır, biz gayet iyiyiz." diyorum. Malum medya eliyle ve twitter aleminde "Öldük, bittik, mahvolduk, donuyoruz." diye bire bin katarak yapılan spekülasyonlar Isparta'yı dünyanın en ilkel şehri ve mahrumiyet alanı olarak gösterdi.
Evet birkaç gün elektrik kesintisi yaşadık. Odalarımızın birinde saçma bir nostalji malzemesi gibi duran halbuki böylesi kritik durumlarda hayati öneme sahip sobamızı yaktık. Geceleri mumu da koyduk ortaya, maaile bir salonda yedik, içtik, sohbet ettik.
Sobası olmayan ve elektrik kesilince üşüyen, çaresizliğe düşen insanları ayıplamıyorum. Ancak bacasız, şöminesiz ev, apartman yapan müteahhitleri kınıyorum. İlerleyen günlerde yahut yıllarda doğal gaz sorunu da yaşayabiliriz. Hiçbir enerji kaynağı sınırsız değil. Bugün suyumuz var. Birkaç yıl sonra suyumuzun olup olmayacağını da bilmiyoruz. Kar suyuyla yemek yapabilmek, abdest alabilmek felaket değil yine bir nimet bence. Ya hiç olmasaydı... Biz yıllardır eşimin Denizli'deki yayla köyüne gideriz. Donmuş sular, odun, soba, dam üstünde titreyerek bulaşık yıkama fasıllarına öyle feci alışmışız ki konfor ve rehavetten tembelleşmiş ciyak ciyak bağıran insanoğlu bize aşırı tuhaf geliyor.
Ekrem İmamoğlu'nun geçen hafta İngiliz büyükelçiyle balıkçıda balık yerken kar küreme aracının kendi etraflarında fır fır dönmesi, buna rağmen İstanbulluların ve araçlarının kürenmeyen kar yüzünden saatlerce cadde ve sokaklarda mahsur kalmasıyla Isparta'da yaşanılanlar arasında hiçbir benzerlik yok. Buna rağmen İmamoğlu'nun İstanbul'a yaşattığı rezalet Isparta gibi küçük bir şehir gündemde tutulmak suretiyle unutturulmak isteniyor.
Peki Isparta için herşey mükemmel mi? Bunu da söyleyemeyiz. Yoğun kar yağışı riskine karşı elektrik tellerinin yer altına alınması, oluşan hasar ve elektrik kesintilerinin daha hızlı bir şekilde giderilmesi, daha fazla küreme aracının daha kısa sürede sahaya inmesi gibi bir sürü tedbir şart. Ancak burada asıl mesele yoğun kar yağışının deprem gibi, yangın gibi felaket olarak algılanmasi, bunun üzerine yaratılan ajitasyon. Oysa alacağımız kişisel tedbirler de devletin, belediyenin alacağı tedbirler kadar önemli.
İşin en komik tarafı ise Antalya Büyük Şehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek'in bu spekülasyonları fırsat bilip kamyonlarla Isparta'ya yemek getirip mahalle aralarında dağıtması. Sanki Isparta halkı "açız" diye bağırıyor. Antalya'da hiç aç, açık bırakmamış da sıra Isparta'ya gelmiş. Elbette maksat yoksul doyurmak değil. Üşüyoruz, elektriğimiz yok diyenlerin oyunu sıcak çorbayla kendi partisine kanalize etmeye çalışmak fazlaca işgüzarlık. Keşke Muhittin Böcek Isparta halkına soba, odun, kömür dağıtsaydı. İşte o zaman ihtiyaca göre, anlamlı bir jest yapmış olacaktı.
Yirmi yıldır Isparta'ya böyle şiddetli kar yağmamıştı. Bu bize gösterdi ki küreselcilerin lanse ettiği gibi büyükbaş hayvancılığın tetiklediği küresel ısınma tam anlamıyla bir masal. Isınmaya da soğumaya da insan ve hayvan nüfusunu azaltmaya odaklanan Batılı kafadan uzak salim bir açıdan bakmak ve önlem almak lazım.
Bizi ne artan nüfus, ne açlık, ne kuraklık öldürür. Bunun için kinse hayvan itlafına davranmasın. Bizi alıştığımız konfor, üretimi unutmak, hep hazır yemek, obez iştihasıyla sürekli tüketmek yok edecektir. Bizi ve çocuklarımızı öyle farklı bir gelecek bekliyor ki herkes yeniden kendi toprağını ekip dikmezse, kendi sobasını yakmazsa, kendi tavuğunu, yumurtasını üretemez, kendi hayvanını sağamazsa hayatta kalma imkanımız ne yazık ki çok ama çok az olacak...