Sanki ikiz kardeşlere konulmuş isimler gibi. İkili ilişkilerde olduğu kadar toplumsal ilişkilerde de belirleyici iki davranış nitelemesi. Önyargısız düşündüğünüzde kendi hayatınızda bile yeri olduğunu görürsünüz. Ki, hiçbirimizin hayatı sakin ve sükûnet içinde geçemiyor, maalesef..

Bizim karşı tarafça algılanışımız; daima sergilediğimiz tavır ve verdiğimiz belli belirsiz tepkilere dayalıdır. Herşeyi kendimize göre yaptığımızda bile karşımızdakinin ne anladığı ve nasıl yorumladığı belirleyici olabilir. Sıradan ve olağan nitelemesiyle izah bulacak davranışlarımızın altında bile karakteristik özelliklerimizin yattığını çoğu zaman fark edemeyiz. Ama iletişimde olduğumuz kişiler davranışlarımıza bir anlam yükleyebilirler. ‘’HAYRET, HÂLBUKİ SAKİN BİRİYDİ’’ ya da ‘’HİÇTE ÖFKELİ BİRİNE BENZEMİYORDU’’ ya da ‘’BEN GALİBA YANLIŞ TANIMIŞIM, BENİM TANIDIĞIM ADAM BU DEĞİL’’ .. benzeri sözleri fısıltılardan öğrenebiliriz. Hatta bazı zamanlarda kendimizi savunmak zorunda bile kalabiliriz ve sebeplerimizi sıralarız.

Tam da burada biriktirilmiş öfkenin sebep olduğu sonuçlardan bahsediyorum. Hani kendine hakim olamamaktan.. Karşılaştığınız her durum sizde ayrı bir tepkime oluşturur. Kimi zaman sükûnetle karşıladığınız söz ya da davranışları arada bir tepkili karşılayabilirsiniz. Bu sizin tutarsızlığınız değil, birikmiş öfkenizin hatırlatıcısıdır. Görmezden geldiğiniz ‘’içinize attığınız’’ her durum nihayetinde kendini açığa çıkarır. DOLMA NOKTASI ya da DOYMA NOKTASI dediğimiz durum budur. Halk dilinde TAHAMMÜL SINIRI. Bence işi bu noktaya getirmeyenler daha sağlıklı iletişimler kurabilirler. Zorunlu birlikteliklerin getirdiği KATLANMA ZORUNLULUĞUNDAN bahsediyorum. 

Tamda burada atalarımızdan intikal bir söz geliyor aklıma KÖPRÜYÜ GEÇENE KADAR AYIYA DAYI DE! Aslında insanlara ikiyüzlü olmayı öğütleyen bu ve benzeri sözler maalesef ki, geniş bir kabul görüyor halâ.. Bu söz bir nasihattir aslında ama durumu tersine çevirirseniz RİYAKÂR oluyorsunuz. Bu tür çelişkileri yaşamamak adına davranışlarımızın adını koymakta fayda var.

Karşılaştığınız herhangi bir olumsuz davranış ya da tutum/olay karşısında çok sinirlenseniz bile tepki vermenin karşınızdakine ya da kendinize zarar verebileceğini düşünüp-erteliyor ya da vazgeçiyorsanız, hiddetle sınırlı kalıyorsunuz. Yani tepkiniz düşüncede kalıyor ve eyleme geçmiyor. Bu durumda suç ta işlemiyorsunuz, kusurlu da davranmıyorsunuz. Ama öfke biriktiriyorsunuz ve bu da hiddetlenmenizi tetikliyor. Bu birikim bazı hallerde hiç gerekli değilken öfke patlaması olarak karşınıza çıkıyor ve BU ÖFKELİ TAVRI HAK ETMEYENE BİLE YÖNELTEBİLİYORSUNUZ! 

İşte burada da ŞİDDET karşımıza çıkıyor.. Kimi zaman sözel saldırı, kimi zaman darp’a yönelik fiziksel saldırı.. Engellenemez bir saldırgana dönüşebilirsiniz. Suç, genellikle bu durumda daha çok ağırlık kazanır. Hatta HAKLIYKEN BİLE HAKSIZ DURUMA DÜŞECEK davranışlar sergileyebilirsiniz. Yeri gelmişken şu tespiti de paylaşmak isterim. SALDIRGANLIK ÖĞRENİLMİŞ BİR DAVRANIŞTIR. GENETİK YANI %100 AÇIKLANAMAMIŞTIR. 

2005 yılında RAM Müdürlüğünden ani bir kararla emekli olup; akabinde bir özel okulda göreve başlamıştım. Isparta merkezde 20 yıl görev yaparken basına hiç uzak kalmamış, Valilerden alınan özel izinle gazetelerde yazıları yayınlanan-özellikle de psikolojik tahlillerde fikrine başvurulan biri olarak kendimi basın mensuplarından biri olarak görürdüm. Şimdilerde Özel Kalem Müdürlüğü yapan bir bayan muhabir kardeşim Ekim 2005 son haftasında okula beni ziyarete geldi ve ‘’Sayın hocam; İl Emniyet Müdürümüz dün bize 2004 ve 2005 yıllarını kapsayan, okul kaydı bulunan öğrencilerinin karıştığı olaylar konusunda birtakım bilgiler ve istatistikler verdi. Hem ülke geneli hem de ilimizi içeriyordu. Sadece ‘’GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ RAKAMLAR BİR ARTIŞI İŞARET EDİYOR. BUNLARI SADECE KOLLUK KUVVETLERİNİN TEDBİRLERİYLE ENGELLEYEMEYECEĞİMİZ AÇIK. BİR AKRAN ZORBALIĞI VAR. HEM ÖĞRENCİ VELİLERİNİN HEM DE OKUL YÖNETİCİLERİNİN ARTIK İŞİN İÇİNDE YER ALMASI GEREKİYOR’’  diyerek oturumu bitirdiğini ama rakamların doğru anlaşılması ve yanlış bir haber yapmamak adına rakamlara dayalı bir yorum hazırlayıvermemi rica etti benden. Ertesi güne bilgilerin yorumlamasını içeren bir metni e posta ile ilgiliye gönderdim ama bir not ile! ‘’YAZIYI YAYINA VERİRKEN LÜTFEN ADIMI KULLANMAYIN, BENİM FİKRİM SANANLAR OLUR’’ Ama muhabir kardeşim ‘’bilginin kaynağı nasılsa İl Emniyet Müdürlüğü, bir şey olmaz’’ diyerek yorumu manşetten vermiş. 

Yazı sanırım 31 Ekim 2005’te yayınlandı ve ben muhabir kardeşimi telefonla arayıp ‘’özellikle rica etmeme rağmen yaptığının beni zora düşürebileceğini, kendisine bir daha yardım etmeyeceğimi’’ söylediğimde ‘’AMA HOCAM, EMEĞE SAYGISIZLIK OLURDU’’ cevabını almaktan çok mutlu olmadım! Devamında düşündüğüm gerçekleşti ve 10 Kasım hazırlıkları yaptığım bir sırada (7 Kasım) okul müdürü odasına çağırıp-İl Milli Eğitim Müdürlüğünden gönderilen bir yazıyı tebliğ etti. ‘’Okulunuz personelinden H.Hüseyin AKAGÜNDÜZ’ün 657 sayılı DMK’nun amir hükümlerine aykırı olarak ikinci iş kapsamında sayılacak şekilde gazetelere yazı yazdığı ve muhtemel kazanç temin ettiği tespit edildiğinden; ilgilinin bu yazı gereği uyarılmasını, tekrarı halinde sözleşmesinin resen feshine gidileceğinin tebliğini rica ederim’’ 

İl Emniyet Müdürlüğü’nün basına geçtiği bir bilgiyi yorumlayan kişi olarak, bu durumda; meslektaşlarım tarafından akran zorbalığına maruz kaldığımı düşündüm. Isparta’daki hangi mahalli gazete, kendisinde köşe yazısı yayınlanan kişiye ücret ödeyebiliyordu ki? Güldüm! Yazının altında imzası olan –hem de hemşehrim- yöneticiye bir vesileyle uğradığımda ‘’buna kim, niye gerek duydu’’ diye sordum ama cevap alamadım tabii ki. AMA BEN BİLİYORDUM..

Bakın; yıl 2005 ve İl Emniyet Müdürlüğü ‘’rakamların ciddi artma eğilimi gösterdiğini ve toplumun her kesiminin tedbirler kapsamında görev ve sorumluluk üstlenmesi’’ gibi haklı bir öneriyi o zaman gündeme getirmiş hatta AKRAN ZORBALIĞI kavramını ilk kullananlardan olmuştu. Bugün geldiğimiz noktada ve son yıllarda pandemi sebebiyle de kontrol güçlüğü yaşadığımız gençliğimizin/yetişkinlerimizin (aradan geçen 18 yılı dikkate alarak) bugün sergiledikleri saldırgan tutum ve davranışları NASIL BU HALE GELEBİLDİLER diye düşünmekle sınırlı kalınmaması gerektiğini gösteriyor. Zira şiddetin boyutu artık; sözel, fiziksel, ekonomik, sosyal ve sanal olmanın ötesine geçmek üzeredir. Gün geçmiyor ki; kadın cinayeti, eğlence mekânlarında kavgalar/cinayetleri, cinsel saldırı, çocuk kaçırılması, evden kaçışlar, aldatmalar ağırlıklı haber izlemeyelim. O gün beni uyaranların; bugün halâ Isparta’da yönetici olduklarını ve eğitimin tam içinde olduklarını biliyor ve ‘’TEDBİR ALINMAZSA İLİMİZDE DE ŞİDDETİN BOYUTU ARTABİLİR’’ 2005 uyarıma neden kulak asmadıklarını bilmek isterim. 

Yağdaki Bu Hileye Dikkat Edin Yağdaki Bu Hileye Dikkat Edin

‘’Şiddet; önlenebilir ve tedavi edilebilir bir davranış bozukluğudur, yasalarda da karşılığını bulan ifadelerle yerini almalıdır’’ diye ısrar ediyorum. Zira mevcut yasalarımız halâ bazı saldırganlıkları psikolojik rahatsızlık kapsamında mütalâa ederek (pedofili vb) ceza öngörmemektedir ve suçu işleyenlerde suç kapsamı dışına çıkabilmek için her yolu kullanmaktadır.

Şiddet; herkese göre farklı algılar oluştursa da, insan onuru ve hayatına saygı esas olmalı, herkes kendi sınırlarını çizerken-diğerlerinin çizgilerini de ihlâl etmemelidir.  Bu konu öncelik olarak değer bulmalı ve toplumsal hayata olumlu katkı vereceği asla unutulmamalıdır. Zira şiddetin şekli artık boyut değiştirmeye de başladı. Ve kendi başına gelmeyenler, halâ olayın vehametine karşı duyarsız.. Korunacak ve affedilecek bir yanı olduğunu düşünenler varsa sanırım onları eğiterek başlamalıyız işe. Oluşan KORKU ortamını ve yarattığı TRAVMA durumlarını artık sonlama zamanı. Yoksa MAGANDA deyip-geçtiğiniz KURAL TANIMAZLAR yüzünden hayat çekilmez hale gelecek. Nitekim trafikte behemahal yaşıyoruz zaten! 

Selâm ve sevgilerimle   

Kaynak: Kum Saati

Editör: Özge Çelik