Merhum Menderes tarafından Ezan’ın asli hali ile okunuşunun üzerinden tam 64 yıl geçti. 16 Haziran 1950 gününde yapılan yasa değişikliği ile 1932 yılından beri “Tanrı Uludur” diye başlayan ezan tekrar “Allahuekber” diyerek okunmaya başlandı.
Bu olayın, benim kuşağımdan önceki nesilde ne denli büyük bir heyecan yarattığını rahmetli babam ve akranlarından sayısız kereler dinlemiştim.
Peki, Kemalist ideoloji Ezanı neden yasakladı? Bir yönetim, bile bile halkını nasıl üzer, gözyaşlarını içine akıtmasını isteyebilirdi? İşgal orduları bile buna cesaret edemezken devlet buna hangi saiklarla tevessül etti?
Kuru bir Türkçülük kaygısı mı? Asla buna inanmıyorum. Bence burada Türkçülük asıl değil, görülen, kullanılan sebep olsa gerek.
Zira Türklük ve Türkçeyi öne çıkaran kesimler bu konudaki hassasiyetlerini sadece Müslüman toplumların dillerine karşı göstermez, Avrupalı dillerden gelen etkilere karşı da rezerv koyarlardı. Oysa o kesimler bırakın karşı koymayı, toplumu Batılı dillerin etkisine tamamen açık ve savunmasız hale getirmişlerdir.
O zaman neydi Kemalist ideolojinin Milletin inancına olan bu saldırgan tavrının nedeni?
Ziya Gökalp’tan beri bizlere yutturulmaya çalışılan bir dolma var. Buna göre güya “hars” ve “medeniyet” farklı imiş. Kültür milli iken medeniyet beynelmilel imiş(!) Biz Türkler ise milli kültürümüzü muhafaza ederek beynelmilel olan Batı Medeniyetine dâhil olarak, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşan bir toplum olmak zorundaymışız(!)
Bu düşüncenin doğal sonucu Mustafa Kemal’in şapkayı eline alarak:
“Bu serpuşun adına şapka derler” dedikten sonra bütün medeni milletlerin kullandığı kıyafetlerden söz etmesi oldukça anlamlıdır. Kastamonu konuşmasında evvela giysimizin milli olmadığından bahsetmiş sonrada medeni toplumların giysilerinin Türkler tarafından da giyilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.
Dikkat edileceği üzere burada asıl vurgulanmak istenen millilik değil, “medeni” diye nitelenen toplumlara benzeyip benzememektir. Daha açık bir ifade ile niyet toplumun içerisinde bulunduğu medeniyet havzasından alınarak Batı medeniyeti periferisine dâhil etmektir.
Gerisi bu amaca hizmet eden teferruattan başka bir şey değildir.
Peki, Ezan ile bunun alakası ne? İfade etmeye çalıştığımız gibi maksat, minarelerden okunan Arapça ezanı dinleyenlerin anlaması değil; maksat milletin gıyabında verilen medeniyet değişikliği kararının adım adım uygulamaya konulması.
İşte ezan bu nedenle Türkçeleştirilmiştir.
Üstelik son derece anlamsız hatta saçma bir uygulamayla.
Şöyle ki. Minareden sadece Arapça ezan okumak suçtur.Mustafa Armağan’ın dediği gibi bir müezzin ezanı diyelim ki İngilizce, Fransızca, Hintçe yahut Bulgarca okusa suç oluşmayacaktır.
Yahut küfretse veya
“yar saçların lüle lüle, yar benziyor beyaz güle” türküsünü çığırsa yine suç oluşmayacaktır; oluşması için sadece Arapça ezan okuması lazımdır.
Daha da komiği Minarede “Tanrı Uludur” diyen kişinin cemaatin önüne geçip namaz kıldırırken “Allahuekber” demesi suç değildir.Değildir çünkü “Allahuekber” lafzı minarede suçtur da cami içerisinde serbesttir!?!
Çok enteresan değil mi?
Burada aslında Kemalist ideolojinin dine bakışının ipuçlarını bulmak da mümkün. Kamuya açık yerde din yasak, caminin içi ve özel alanda serbest... Yakın geçmişimizde başörtüsü içinde aynı çarpık mantıkla binlerce genç kızımıza hayat zindan haline getirilmedi mi?
Şunu da belirtmekte fayda var. Yasağın saçmalığı o kadar kör göze parmak misaliydi ki Demokrat Parti ile birlikte zamanın CHP milletvekilleri de yasağın kaldırılması doğrultusunda oy vermişlerdi.
Fakat olay daha düşünce planındayken bile bazı Kemalist kafalar gelişmelerden müşteki değil de değildiler. Mesela Ulus gazetesin de Osman Zeki Gençosman aynen şöyle ifadelerle perişan ruh halini yansıtacaktır:
“Ezanın Arapça okunacağını öğrendiğim bu sabahtan beri perişan bir halde olduğumu sizden niye gizleyeyim? Etime bıçak saplansa bir damla kanım çıkmaz.(...) Sabahtan beri kara kara düşünüyorum. Tüylerim diken diken oluyor”