Pandemi şartlarında aksayan, tarihinde ilk defa organizasyonu iptal edilen hac ibadeti normal şartlarına döndü. Hira dağı ziyaretlerini tamamlamak üzere olan adaylar, şimdi de Arafat Vakfesi’ne hazırlanıyorlar. Milyonlarca ziyaretçi arasında 88 bin Türk hacı adayı da bulunuyor.
Hac ibadetinin özü elbette aynı kalmakla birlikte şartlar, teknik imkanlar, lojistikteki geçmişle kıyaslanmayacak ilerlemeler yaşanıyor. Oysa mazideki yıllarda her şey o kadar farklıydı ki…
Osmanlı’daki son hac kafilesi 1917’deydi
Osmanlı döneminde, imparatorluk mülkü olan Hicaz’da uzun asırlar boyunca sorunsuz bir şekilde, devletin himayesinde gerçekleşen hac ibadetinin şartları, geçen asrın başlarında ise bölgedeki siyasi gelişmelerle birlikte değişmeye başlamıştı.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyanından sonra haccın devletin himayesinde resmen yapılması kesintiye uğramıştı.
Son hac kafilesi ve Sürre Alayı gönderimi, 1917 yılında Medine’ye kadar yapılabilmişti. Ancak her şeye rağmen hacca gitme kesilmemişti.
Türkiyeli Müslümanlar bireysel olarak ve imkân buldukları her yolu kullanarak hacca gitmeye çabalamışlardı.
İlk resmi hac kafilesi 1947’de yola çıkabildi
Bu yaklaşımdan dolayı Türk hacılar uzun yıllar organize bir şekilde hac ibadetini yapamadılar. Yapabilenler ise olası suçlamalardan kaçınabilmek için dolambaçlı yolları tercih ediyorlardı. Mesela, adaylar hac sezonundan çok önce bölgedeki başka bir ülkeye gidiyor, hac vaktine yakın Suudi Arabistan’a geçiyor, bitiminde de yine aynı şekilde farklı bir ülke üzerinden Türkiye’ye dönüş gerçekleştirenler oluyordu. Siyasi hayatta çok partili düzene geçilen 1946 seçimlerinde halkın muhalefet partileri üzerinden hac yolculuklarına yönelik kısıtlamaları dile getirmesi CHP idaresini ister istemez yasağı gevşetmeye yöneltecekti. Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez 1947 yılında resmi Türk hac kafilesi, deniz yoluyla yeniden hacca gidebilmişti.
Yaya gidenler de görülmüştü
Devlet tarafından getirilen serbestlik halk arasında o kadar büyük bir sevince yol açmıştı ki, bazı şehirlerden hacca yaya olarak gidenler bile görülmüştü. Vatandaş adeta, “Gideyim de nasıl gidersem gideyim.” düşüncesindeydi.
Az sayıda da olsa bu yöntemi tercih edenler Hatay ve Mardin gibi sınıra yakın şehirlerden yola çıkmışlardı. Hatta kayıtlarda Sivas’tan yaya olarak hacca gidenler de görülmüştü. Vatandaşlar, yaya olarak hacca gidenlerden bahsederken bu kişilere yönelik hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Zira bu kişiler bir nevi Osmanlı döneminin cefakâr hacı adaylarını andırmaktaydı.
Türkiye’nin Cidde konsolosundan Türk hacılara zorluk
Tek parti idaresinin devrilip Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesiyle birlikte devletteki hacca yönelik olumsuz tutum nispeten değişmişti. Hac kafileleri için yetersiz de olsa bazı resmî düzenlemeler yapılmıştı. 1953 yılında Bakanlar Kurulu, “Hac maksadıyla Suudi Arabistan’a gidecek olanların seyahatlerine müteallik esaslar” adlı bir kararname yayımlamıştı. Daha sonra, 1955’te kanun değiştirilerek hacca gidiş ve dönüşlerin sadece deniz ve hava yoluyla yapılması hükme bağlanmıştı.
1963 yılında ise kara yoluyla hac yeniden serbest bırakılacaktı. Uzun yıllar da karadan hac yolculuğu Türk hacı adaylarının en çok tercih ettiği yöntem olmuştu.
Siyasi kadro milletin isteği doğrultusunda düzenlemeler yapsa da bürokrasi zorluk çıkartmayı sürdürüyordu. Cidde’ye ulaşabilen hacı adayları burada kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kalmışlardı.
İlk serbesti yıllarında Türkiye’nin Cidde’deki diplomatik temsilcisi konsolosun Türk hacılara zorluk çıkarttığı gazete haberlerine konu olmuştu. Dönemde bazen, “hijyen mazeretleri” ile Hacıların zemzemlerinin döküldüğü, hurmalarının yurda sokulmadığı da görülüyordu.
Erbakan’lı koalisyon hükümeti Hac Komisyonu kurdu
Demokrat Parti, ardından Adalet Partisi hükümetleri dönemlerinde iyileştirilmeye çalışılan hac hizmetleri gene de istenen seviyede vatandaşı memnun edemiyordu. Adayların pasaport, sağlık raporu, döviz ve vize alma işlemleri için günlerce daire kapılarında beklemek zorunda kalmaları şikâyetlere sebep oluyordu. Öte yandan hacı adayları gidiş ve dönüşlerinde özel seyahat acentelerinin insafına terkedilmişti ve şirketler arasındaki rekabetten büyük zarar görüyorlardı. Bu arada kendilerine hac ibadetiyle ilgisi bulunmayan yerler ziyaret ettiriliyor, kiralar pahalı olduğundan Mekke’de ev tutulamıyor, hastaların tedavisi için tedbir alınmıyor, kaybolanlarla ilgilenilmiyor, en önemlisi de din rehberi verilmiyor, bu yüzden “ziyaret tavafı” gibi farzları dahi yerine getirmeden yurda dönenler oluyordu.
Nihayet şikâyetler iyice çoğalınca 1977 yılında kurulan Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in Başbakanlığındaki I. Milli Cephe Hükümeti’nde koalisyon ortağı olan Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın talebiyle bir Hac Komisyonu kurulmuştu.
Merhum Erbakan, organizasyonda Diyanet İşleri Başkanlığı ile Türkiye Diyanet Vakfı’nın öncü rol almasını talep etmiş, düzenleme de bu şekilde yapılmıştı.
Hacı adayları mübarek beldeleri geze geze giderlerdi
O yıllardan itibaren hac kafileleri İstanbul’da Türkiye’den Avrupa yakasında Yenikapı’dan, Anadolu yakasında ise Harem sahili ile Üsküdar meydandan kutsal topraklara yolcu edilir olmuştu.
Diğer şehirlerde de belli noktalarda hacı adaylarını toplayan otobüsler, Türkiye, Suriye ve Ürdün’deki mübarek mekânları da ziyaret ederek Suudi Arabistan’a gidiyorlardı. Bu çerçevede Konya ve Şanlıurfa’ya da uğrayan hacı adayları Tarsus Ashab-ı Kehf mağarasını ziyaretlerinin ardından Cilvegözü sınır kapısından çıkış yapar, Suriye Halep, Humus ve Şam’ı müteakip, Ürdün güzergâhı ile Yermük üzerinden Medine ve Mekke’ye ulaşırlardı. Otobüslerle yapılan bu yolculuklar genelde 45 gün, çoğu zaman da iki ay sürmekteydi.
Kaynakça:
Ensonhaber.com
- Abdülkadir Özcan, Kemal Güran, Hac Maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi
- “Mukaddes Hac Yolculuğunun Güzergâhları”, magazinulasim.com
- Nilgün Türkmen, “Türkiye’de Hac Folkloru”, Yüksek Lisans Tezi, 2011