(Önceki yazının devamıdır)
Bu reel bilgilerden şu sonuçları çıkarmak mümkün
1-Bu okullarda laik eğitim verilmekte
2-İslami ilimlerle ilgili bir eğitim verilmemekte ve bu hususa özellikler dikkat edilmekte.
3-Bu okullar açıldıkları ülkenin seçkinlerine daha çok seslenmekte.
4-Bu okullarda İngilizce zorunlu ders olarak okutulmakta ve bu ders genellikle Amerikalı yahut İngiliz vatandaşı kişilerce öğretilmekte.
5-Türkçe yabancı dil olarak öğretilmekte, çoğunda seçmeli dil olarak tercihe sunulmakta.
6-Modern batı eğitiminin dersleri görülmekte, İslami yahut doğu kültürünün ilim geleneğinden faydalanılmamakta.
Çıkardığımız bu sonuçlar bize şu değerlendirmeleri yapma olanağı sunmaktadır:
Bu okullar açıldıkları toplumun seçkinlerine laik eğitim veren, batı bilimlerinin okutulduğu, Türkçeden daha fazla İngilizce lisanının öğrenildiği modern okullardır.
Dil ile ilgili Ali Bulaç’ın şu tespitlerine katılmamak mümkün değildir:
“19. yüzyıl Fransızcanın 20. yüzyıl İngilizcenin yüzyıllarıydı. Bunu Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Entelektüel hayatında müşahade etmek mümkün. Aydınlar ya frankofan (Fransız) oldular, yada Anglosakson (İngiliz). Ve hepsi dünyaya ve kendi toplumlarının sorunlarına öğrendikleri yabancı dilin kendilerine sunduğu kültürel perspektiflerden baktılar.
Bir dil sadece basit bir iletişimden ibaret değildir. Dil aynı zanda bir alem tasavvuru, bir dünya görüşü, hayatın anlamı ve amacı ile ilgili yol haritasının bütün unsurlarını ihtiva etmektedir… Bu açıdan dil, siyasetin, stratejik hesap, ekonomik çıkar ve küresel hegemonyanın taşıyıcısıdır.”
Malik N. Daiye “kültür emperyalizminin bir aracı olarak milliyetçilik” makalesinde; Fransızların batı Afrikalı Müslümanları asimile edebilmek amacıyla, bu ülkelerde Fransız siyasetinin uygulamaya koyduğu üç araçtan ilkinin “ümmetin bütünlüğünün bozulmasının bir numaralı aracı olarak laik eğitim tasarlanıp hayata geçirildiğini” beyan eder.
Asyalı, Afrikalı yoksul ülkerin gencecik Müslüman yahut yerli çocuklarına; laik eğimin sunulduğu, modern dünyanın taşıyıcılığının yapıldığı bu okullar, anlayabildiğim kadarıyla dünyanın batılılaşmasına hizmet etmektedir.
Batının iki yüz yıldır mücadelesini verdiği, laik-seküler (din dışı)- modern medeniyetini İslam dünyasına ve doğuya kabul ettirme, ihraç etme hedefine ulaşmada bu okulların büyük bir kolaylık sağlayacağını söyleyebiliriz.
İki yüzyıldır batıya karşı direnen, mesafeli duran Asyalı Afrikalı toplumların Türkiyeli Müslümanlar eliyle batılılaşma-modernleşme-laikleşme nehrine atılmalarının barındırdığı büyük gizli tehlikenin ne kadar farkındayız?
Bu toplumlar Türkçe öğreniyor diye gururumuz okşanırken, aslında bizim üzerimizden batı emperyalizmi hedeflerine doğru koşmaktadır. Kaldı ki Türkçe’den daha çok, eğitim dili olarak “batının kültürel değerlerinin aktarım aracı İngilizce” öğretilmekte. Gururu okşanacak bir millet varsa; Türkleri kullanarak İngilizce öğrettiren İngiliz ve Amerikalılar olması gerekir.
Dil aracılığıyla hangi kültürel değerlerin aktarıldığı konusu önemlidir. İngilizce öğretilirken; batının seküler (din dışı) modern medeniyetinin tüm meyveleri, kültürel değerler ve yaşam biçimi olarak, doğulu Afrikalı gençlere aktarma aracı olarak kullanıldığı görmemiz gerekir. Türkçe’yi öğretirken hangi kültürel değerleri aktarabiliyoruz; şarkı türkü ve şiirden başka.
Bu okullardan; batılılar ve Türkiye’de ki batıcı laik Kemalist insanlar memnuniyet duyabilirler. Fakat hiçbir İslami eğitim verilmeyen, aksine laik eğitim uygulanan bu okullardan Müslümanlar niçin mutluluk duyarlar; düşünülmelidir.
Afrikalı çocuklara İstiklal marşı okutarak (Amerika ve Avrupa da ki okullardaki çocuklara topluca istiklal marşı okutulduğunu gören var mı?) veya Türkçe olimpiyatlarda Bosnalı genç kıza, Türkmenistanlı delikanlıya Ajda Pekkan’dan, Tarkan’dan şarkı-türkü okutarak (dini anlayış ve yaşayışta dil propagandası üzerinden açılan gediğe dikkat çekmek isterim) Türkçü duygularımız okşanırken; masrafını Anadolu insanına yükleyerek ve Anadolu gençlerini kullanarak yürütülen bu büyük çalışma, Müslüman medeniyetinden çok batı medeniyetine hizmet etmekte olduğunun ne kadar farkındayız?