Ülke yeniden yeni bir seçim sürecine girdi. Siyasi partiler daha çok oy alabilmek için kıyasıya mücadele ve çalışma halinde. Asgari ücret, emekli maaşı, mazot bedeli, borçların silinmesi vs. gibi birçok konuda birbiriyle yarışan vaatler üzerinden kamuoyu etkilenmeye çalışılıyor.

Bu seçim vaatleri bana 1991 yılı seçim günlerini hatırlattı. Özal’ın 8 yıllık tek parti dönemi iktidarıyla, çok zor günlerden ( ki 80’li yılların başında 50 sente muhtaç olduğumuz beyan edilirdi )  geçen Türkiye ekonomik siyasi ve özgürlükler alanında bir rahatlama dönemi olan 90’lı yılların başına gelmişti. Özal’ın ekonomik, siyasi açılım ve çalışmalarıyla Türkiye bir cendereden çıkmış, ekonomik rahatlamaya girmiş, başörtüsü gibi vs. konular yasaklı olmaktan çıkmış, vesayet gerilemişti.

1991 seçimlerine giderken Süleyman Demirel %15 civarında olan partisinin oyunu %27’ye tırmandıran seçim vaatlerini bomba gibi seçim öncesi patlatmıştı.
Hatırlayabildiğim kadarıyla erken emeklilik, her kişiye iki anahtar (her kişinin bir evi bir arabası olacak) baskıya uğranılmayan şeffaf karakollar vs gibi… Demirel kim ne vermeyi vaad ediyorsa, benden beş fazla havasında oluşturduğu seçim vaatleri neticesi, partisini seçimlerden birinci parti olarak çıkarmayı başardı.

Seçimlerde partisini birinci parti çıkarmayı ve aldığı oyla önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olmayı başardı; ama verdiği vaatlerin hiçbiri gerçekleşmedi.
Ülke 1991 ile 2001 yılları arasında tarihinin en büyük iki ekenomik  krizini yaşadı. İki anahtarı bırakın bir anahtarı olan dahi anahtarından oldu. Emeklilik yaşı kademeli olarak 65’ e kadar çıkarılmak zorunda kalındı. Şeffaf karakollar, özgürlük, hak ve hürriyetler konusunda ise bu yıllar arasında hala aydınlatılamayan faili meçhul cinayetler işlendi. Başörtüsü yasağı, imam-hatip lisesinin orta kısmının kapatılması, imam-hatip lisesi öğrencilerinin üniversiteye girişinin engellenmesi gibi toplumu derinden etkileyen yasaklar dönemi oldu. Başörtüsü takarak okumak isteyenlere Suudi Arabistan’ın yolu gösterildi. Kendilerince bir çağdaş Türkiye oluşturulmaya çalışıldı.

Ekonomik olarak batan ülke siyasi olarak da istikrarsızlığın dibine vurdu. Azınlık hükümetleri, çok partili koalisyonlar vs. derken ülke İMF’nin kapısında borç dilenen, ABD’den kurtarıcı bakan ithal eden bir konuma düştü.
 
Bunların yaşanmasına sebep olan tüm partiler baraj altına itilerek siyasi hayattan silindi. Daha sonra bu partilerde CHP ve MHP tekrar baraj üstüne çıkarak siyaset yapma imkanına kavuştu.

12 yıllık istikrarlı Ak Parti iktidarının ardından tekrar aynı tekerlemeler, vaatler yarışırcasına sıralanmaya başlandı.

Hiçbir muhalefet partisinin iktidar olma beklentisi olmadığı açık. En büyük muhalefet partisinin bu seçimdeki hedefinin %35 oy almak olduğu genel başkanınca ifade edildi. Şu an Türkiye’de %35 oy oranıyla iktidar olunması mümkün olmadığına göre niçin ülke ekonomisi istikrarı yeterince dikkate alınmadan ekonomik vaatler yarışına giriliyor?

Kanaatimce siyasi istikrarı bozmak için ekonomik vaatler kullanılıyor. Yani bu ekonomik vaatlere inanıp her muhalefet partisi oy oranını 2-3 puan artırabilirse Ak Partinin tek başına iktidar olma olasılığı azaltılmış olacağı düşünülüyor. Peki sonrası?

Sonrası için öngörüde bulunmak adına, 1991 ile 2001 yılları arası yaşananlar en güzel örnektir, hatırlamakta büyük fayda var.  Siyasi istikrar giderse ne ekonomide gelişmişlik kalır ne de hak ve özgürlükler.  Tarihin tekerrürüne sebep olanların vay haline…