Kardeşliğe Giden Tek Yol (2)
Kardeşliğe Giden Tek Yol (2)
(Önceki yazının devamıdır)
Şu an anlaşılan o ki gelinen noktada çözüm süreci sonuçlanamamış ve arzu edilen huzur, kardeşlik ve barış ortamı oluşamamış ve tekrar silahların konuştuğu dönem başlamıştır. Bir Müslüman olarak, silahların konuştuğu böylesi bir dönemi savunamıyor ve üzülüyorum. Özellikle seküler- laik- ulusalcı- batıcı bir rejimin devamını sağlamak için böylesi bir müdahaleyi savunamam, ama meşru müdafaa, çok seslilik, özgürlük ve seküler- kavmiyetçi Kürt örgütlerinin zorbalığını engellemek içinse; meşru sınırlar içerisinde kalınmak kaydıyla, müdahale mecburiyetini anlayabilirim.
Meşru sınırlardan kastım ise; bu müdahalenin silahlı yapı ve kişilere yönelik olması ve silahları bıraktırmayı, baskıyı kırmayı amaçlamasıdır.
Bu sorunu silahların çözebileceği bir mesele olmadığı kanaatindeyim. Aksine silahlarla belki de daha da büyüyen ve özellikle silahların kullanılmasını, modern emperyalist dünyanın fazlasıyla arzu ettiğinin farkındayım. Çünkü bu sorun; batı medeniyetinin aktarılmasının, modernleştirme projesinin ürettiği bir stratejidir, sonuçtur.
Çözümü de bu noktada, yani modernleşmenin dayattığı, üretilmiş kutsal fikirleri, düşünceleri (kavmiyetçilik, ulusalcılık, laikleşme, batılılaşma, yabancılaşma, globalleşme vs.) etkisiz hale getirecek, toplumsal yaşamımızı kuşatacak, yerli İslami öneriler ve çözümlerde aramak zorundayız.
Kanaatimce; Kürtlerin kavmiyetçi talep ve çizgilerini ne kadar yanlış buluyorsak, bizler de aynı kavmiyetçi düşüncelerden toplum ve kamu siyasal anlayışı açısından kurtulmamız gerekir.
Anadolu topraklarında yaşayan Türk, Kürt, Çerkez, Laz vs. her türlü kavimlerin, kardeşçe yaşamasını temin edecek yegâne tek unsur, hepimizin İslam milletinin parçaları olduğunu hatırlaması, kavraması, içselleştirmesi ve modern kutsal üretilmiş sahte değerlere kapılarımızı kapatmakla mümkündür. Yoksa bataklığın kuruması mümkün değildir.
Her kavim İslami ilke ve değerlere aykırı düşmeyen kültürel değerlerini (örneğin örfünü, adetini, giyimini, dilini vs.) bir sonraki nesillere taşıyabilmeli ki; Tanzimat’la başlayan modernleşme öncesi, Osmanlı İslam toplumunda, bu hususlarda hiç bir sıkıntı yoktur.
Fakat yerel bölgesel, kavmi kültürel özellikler; toplumsal- kamusal ana eksen, belirleyici, ayrımcı sebepler olarak değil, birlikte yaşayan toplumların farklılığı, zenginliği, tali ayrıntılar olarak içselleştirilmelidir.
İslam milleti ve toplumu olarak, özellikle eğitim ve hukuk alanında; harici- batıcı- seküler- modern düzenlemelerden arınarak yeni tarihi bir başlangıca imza atmak zorundayız.
Batı medeniyetinin diğer toplumları parçalamak için ihraç ettiği ve İslam toplumlarını zayıf düşürüp, istila edilmesinden başka işe yaramayan, açık yada gizli kavmiyet- ulusçuluk putundan, tüm kesimler olarak kurtularak, dünya imtihanımızı vermeliyiz. Yoksa ahirette hepimizin işi çok zor…
(Önceki yazının devamıdır)
Şu an anlaşılan o ki gelinen noktada çözüm süreci sonuçlanamamış ve arzu edilen huzur, kardeşlik ve barış ortamı oluşamamış ve tekrar silahların konuştuğu dönem başlamıştır. Bir Müslüman olarak, silahların konuştuğu böylesi bir dönemi savunamıyor ve üzülüyorum. Özellikle seküler- laik- ulusalcı- batıcı bir rejimin devamını sağlamak için böylesi bir müdahaleyi savunamam, ama meşru müdafaa, çok seslilik, özgürlük ve seküler- kavmiyetçi Kürt örgütlerinin zorbalığını engellemek içinse; meşru sınırlar içerisinde kalınmak kaydıyla, müdahale mecburiyetini anlayabilirim.
Meşru sınırlardan kastım ise; bu müdahalenin silahlı yapı ve kişilere yönelik olması ve silahları bıraktırmayı, baskıyı kırmayı amaçlamasıdır.
Bu sorunu silahların çözebileceği bir mesele olmadığı kanaatindeyim. Aksine silahlarla belki de daha da büyüyen ve özellikle silahların kullanılmasını, modern emperyalist dünyanın fazlasıyla arzu ettiğinin farkındayım. Çünkü bu sorun; batı medeniyetinin aktarılmasının, modernleştirme projesinin ürettiği bir stratejidir, sonuçtur.
Çözümü de bu noktada, yani modernleşmenin dayattığı, üretilmiş kutsal fikirleri, düşünceleri (kavmiyetçilik, ulusalcılık, laikleşme, batılılaşma, yabancılaşma, globalleşme vs.) etkisiz hale getirecek, toplumsal yaşamımızı kuşatacak, yerli İslami öneriler ve çözümlerde aramak zorundayız.
Kanaatimce; Kürtlerin kavmiyetçi talep ve çizgilerini ne kadar yanlış buluyorsak, bizler de aynı kavmiyetçi düşüncelerden toplum ve kamu siyasal anlayışı açısından kurtulmamız gerekir.
Anadolu topraklarında yaşayan Türk, Kürt, Çerkez, Laz vs. her türlü kavimlerin, kardeşçe yaşamasını temin edecek yegâne tek unsur, hepimizin İslam milletinin parçaları olduğunu hatırlaması, kavraması, içselleştirmesi ve modern kutsal üretilmiş sahte değerlere kapılarımızı kapatmakla mümkündür. Yoksa bataklığın kuruması mümkün değildir.
Her kavim İslami ilke ve değerlere aykırı düşmeyen kültürel değerlerini (örneğin örfünü, adetini, giyimini, dilini vs.) bir sonraki nesillere taşıyabilmeli ki; Tanzimat’la başlayan modernleşme öncesi, Osmanlı İslam toplumunda, bu hususlarda hiç bir sıkıntı yoktur.
Fakat yerel bölgesel, kavmi kültürel özellikler; toplumsal- kamusal ana eksen, belirleyici, ayrımcı sebepler olarak değil, birlikte yaşayan toplumların farklılığı, zenginliği, tali ayrıntılar olarak içselleştirilmelidir.
İslam milleti ve toplumu olarak, özellikle eğitim ve hukuk alanında; harici- batıcı- seküler- modern düzenlemelerden arınarak yeni tarihi bir başlangıca imza atmak zorundayız.
Batı medeniyetinin diğer toplumları parçalamak için ihraç ettiği ve İslam toplumlarını zayıf düşürüp, istila edilmesinden başka işe yaramayan, açık yada gizli kavmiyet- ulusçuluk putundan, tüm kesimler olarak kurtularak, dünya imtihanımızı vermeliyiz. Yoksa ahirette hepimizin işi çok zor…