“ İMDİ, şüphesiz, bu (ilahî mesaj) âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir;”
“ onunla, mutlak güvenilirlik derecesinde olan vahiy inmiştir”
“ senin kalbine, ki (ey Muhammed, onunla) uyaran kimselerden biri olasın”
” (ve çevrendekileri) apaçık Arap diliyle (uyarasın).”
“ Ve bu (mesaj, temel çizgileriyle), hiç şüphesiz, ilahî hikmetleri bildiren önceki kitaplarda da yer almaktadır.”
“ İsrailoğulları arasındaki (birçok) bilginin bu (gerçeği) bilmeleri onlar için yeterli bir belirti sayılmaz mı?”(Şuara 26/192-197)
Rabbimiz; bütün vahiyleri kendi katından indirmiştir.
İndirilen her vahiy ,insanların Allah’a kulluk yapmalarını kolaylaştıran bir yol göstericiliğe ve arkasından gelecek huzurlu bir hayatın hem bu dünyada hem de öteki dünyada geçirilmesine zemin hazırlayacak ilkelerinin bulunmasını sağlamıştır.
Yeryüzünde her sistemin kendine has bir takım hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için tarif ettiği yolları vardır.
Kapitalizmin kendince belirlediği hedef daha çok para ile daha çok kazanmak için her türlü işi kendine alet edinmesi ve başkalarının üzerinde elindeki parasıyla ister birey ister devlet olsun hiç ayırt etmeksizin sömürmenin bir yolunu bulabilmektir.
Başka dünya düşünceleri de kendilerine göre karlar ve zararlar tespit ederken, kendi kazançlı olmayı hedefledikleri yolda bir takım yaptırımlar bulmaya çalışmışlardır.
Mükemmel olduğu söylenen hangi sistem olursa olsun, hiç birinin İslam’dan daha çok insanlığı mutluluğa ulaştırması mümkün değildir.
İslam’ın temel aldığı insanın Allah’a kul olması gerektiğine dair prensibi; asla kullara kulluk yapmamayı özendirmiş ve iman edenlerin önlerine hedef olarak Allah’a teslim olan birey ve toplumun bulunmasını koymuştur.
İslam bu anlamda bütün ilahi kaynaklı dinlerin adı ve ilahi kitaplarında aynı kaynaktan gelmesi sebebiyle birbirlerini doğrulayan ve en son gelen kitapla sınırlandıran konumdaki bir hayat tarzına verilen isimdir.
İslam; güvenilen tek kaynak olan Allah’tan vahiy yoluyla gelmekle, aslında kendinden önceki farklı isimlerde gelen dinleri de onaylayan veya yanlışlıkların ortaya çıkmasını sağlayan bir son kitap ve son elçiye sahip olmakla asıl ölçüyü içinde barındıran bir niteliğe sahiptir.
Peygamberimizin güvenilen elçi olması ,kendisi tarafından temsil edilen hayat tarzının güvenilen olmasını icap ettirmesi lazımken; insanların daha sonradan türeme bir takım izm’lerle ifade edilen hayat tarzlarını tercih etmeye kalkışmakla ,iman ettiği prensiplerle zaman içinde bir takım çakışmaların ve çatışmaların bulunduğu sıkıntılı anlar yaşamaya başlamışlardır.
İnsanın inandığı doğrularla, yaşadığı hayat içinde reel bir takım teklifler arasında sıkışıp kalması; kendi zamanının en üst seviyede sınavını tatmasından başka bir şey değildir.
Her dönemin peygamberi, kendi döneminin şartları arasında sınanma konuları değişse de; sınanmanın mutlaklığı kaçınılmaz bir gerçeklik arz etmiştir.
Sınanmanın mutlaklığı, sınamayı kolayca atlatabilecek bilgilenmenin güvenilen kaynaktan ve sınanmanın kolaylaşmasını sağlayacak bir elçinin pratik yolunu takip etmekten geçmektedir.
Kendine güvenerek yola çıkan cahil insanın cesaretiyle kaybetmenin yüksek oranda bir ihtimal oluşu; vahye ve onu ulaştıran elçinin sünnetine ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)Kuran’ı ilk vahiy olarak alan insan olması sebebiyle, ilk muhatap ve sorumluluğu Allah(c.c) tarafından belirlenmişliğin getirdiği yükü kaldırması gereken konumdaki insandır. O kendisine verilen emaneti hakkıyla yerine ulaştırmıştır. Bu peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından yapılan ilk iş değildir. Daha önceki peygamberlerin yaptıkları da bundan farksızdır.
Görevin büyüklüğü, görevini yapan peygamberleri yükselterek ölümlerinden sonra çok büyük nimetleri almalarına sebep olacak bir hakkaniyetle verilecek nimetlerdir. Davanın büyüklüğü insanı büyüten ve kurtaran olduğu halde, küçük ve geçici şeyleri kendine dava edinenler mutlaka hakları olarak dünyayı aldıkları halde ahrette elleri boş kalacak insanlardır.
Tüm peygamberlere gönderilen iman esasları, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’e de gönderilerek; vahiy zincirinin kopmayan bir sağlamlıkla insanlara ulaştırılması sağlanmıştır.
Bütün peygamberler aynı güvenilirlikteki insanlardır. Güvenilen olmaları görevlerini de yaparken eksiksiz sorumluluklarını yerine getirmelerine sebep olmuştur.
Bütün gönderilmiş kitapların inşa ettiği hayatlar ve algılar; sadece Allah’a kulluk üzerine olmuştur.bu halleriyle Allah(c.c) tarafından gönderilmiş kitap ve elçiler vasıtasıyla inşa edilecek hayatların da vahyin tarif ettiği ,elçilerin uyguladığı örneğe uygun olma zorunluluğu iman etmenin bir sonucudur.
İnsanın zaman içinde unutkanlıkları, dalgınlıkları ve gözden kaçırdıkları her şey; bir gün başına içinden çıkılamayacak sıkıntıların gelmesini de kaçınılmaz hale getirecektir.
Uyarılmak veya uyarı almak olarak tabir edilen ve Kuran’la uyarılma işinin; öncelikle peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v) tarafından yapılmasını gerektiren bir durumdur.
Uyarıya devamlı ihtiyacı olan insanın, uyarıdan kaçması veya uyarıya ait işaretleri(ayetleri) görmezden gelmesi; kendisinden başka hiç kimseye zarar vermeyecektir.
İnsanın kendisini uyarmasına izin vereceği uyarı etkilerini alacağı bir kalbin ve aklın varlığı, kendisine çizmek istediği yol için asıl belirleyici konumda olurken;uyarılara kulağını,kalbini ve aklını kapatanların sağır ve kör olarak uyarıları alamaz hale gelmesi, öncelikle kendisiyle ilgili bir kararı kendisinin vermesi ve uygulamasının sonucudur.
Kendisine yapılan uyarıları algılama konusunda algısını ve hayatını kapatmış olanların denk gele yaşadıkları bir hayatın sahibi olmakla; kendilerine, başkalarına gerek kalmadan en büyük kötülüğü yapmış olduklarını tarih hep göstermiştir.
Uyarılmanın normal şartlarda ve akla sahip her insan tarafından algılanması söz konusu olduğu halde; bilerek uyarılmalara kapalı olanların, daha sonra hallerinden şikâyetçi olmaları da mümkün değildir.
Şimdilerde başlarına gelen her türlü sıkıntıdan yaratanı sorumlu tutmaya yönelik akıl birliği etmiş cahillerin; asıl sorumlu oldukları görevlerini yapmamalarından dolayı çıkan siyasi, ekonomik veya bireysel sıkıntılarından kurtulmalarının tek yolu, vahyin tarif ettiği ve elçisinin uygulamalarıyla örnek olduğu güzel hayatından geçmektedir.
Her şeyin paraya dayandırıldığı kapitalist mantıkla hayata bakarak; uygulamalarından paranın dışında bir şey düşünemeyenlerin şikâyetçi oldukları her konuda, Allah’tan yardım beklemeye çalıştıklarını söyleyerek, zor zamanlarında yaratanı yardıma çağırmaları, kısa vadeli çıkarcılıktan başka bir şey olmayacaktır.
Yaratan rabbimiz; her zamanın ve her makamın rabbidir.Kolay zamanda rabbinin emirlerini uygulamaya yanaşmayanların ;zor zamanlarında Allah(c.c)dan yardım isteyen tavır içinde olmakla kendilerini kurtaramayacaklarını bilmeleri gerekir.
Rabbimizin; her zamanı ve mekânı tanzim edecek prensiplerin bulunduğu hayat tarzıyla iman edenleri karşılaştırması, öncelikle iman edenlerin bu konuda hassas davranmasını gerektirir.
İnsanın İman ettiği halde; kitabın ve sünnetin tarif ettiği yolun dışında gideceği her yoldan zarar göreceğini fark etmesi ve ilk fırsatta yanlışından geri dönerek, kendini yaratan Allah’a teslim etmeyi bilmesi gerekir.
Uyarmak; öncelikle tarih boyunca tüm peygamberlerin asıl işi olmuştur.
Uyarılmayı bekleyenlerin kendi isteklerine göre uyarılmayı beklemeye kalkışmaları bir hak arayışı değil; nefsin isteklerine göre dini yorumlamaya kalkışarak kendilerini istedikleri hayattan vazgeçmeden cennete aday olarak görmeye kalkışma hastalığıdır ki; rabbimizin razı olacağı din sadece vahiyle gönderdiği ve elçisiyle yol gösterdiği yoldan başka bir yol olmayacaktır.
Rabbimizin razı olduğu din; sınırlarını kendisinin belirlediği ve Kuran’ın tabiriyle” dini Allah’a has kılmak” olarak nitelendirilen şekliyle olmak mecburiyeti bulunan dindir.
Aklı olan herkesin inansa da inanmasa da; yaratanı bulabileceği bir dünyada aklını başkasına teslim ederek hakkı görmezden gelenlerin, kimin döneminde yaşadıkları veya isimlerinin ne olduğuna bakılmaksızın kalpleri ile davranışlarının hangi bütünlüğü ortaya çıkaracak resmin parçaları olduğuna bakılacaktır.
Şimdi herkesin kafasını ellerinin arasına alarak, kendisinin hangi resmin bir parçasını tamamladığını veya kendi hayatından cennetin resmini mi yoksa cehennemin resmini mi ortaya çıkaracağını görmesinin zamanıdır.
Çok iyi biliyoruz ki cehennemin resminin hayatımızı işgal ettiği bir noktada, cennetin hayalini kurmanın anlamı olmayacaktır.
Cehennemin resmini hayatımızdan silmeden, cennetin resmini hayal bile etmek mümkün değildir.
Cennetin nasıl kazanılma şartları varsa; cehennemin de elde edilmesi için bir takım şartlar vardır ki; bunu hayatımızda tek etkenin Allah(c.c) olup olmamasında aramak ve görmek mümkündür.
Güzeli hayal etmekle, güzele sahip olunmaz.
Güzeli elde edebilmek için; güzeli kabul edecek yüreğe ve güzeli elde etmek için en üst seviyede gayrete sahip olmanın gerekliliğini bilme zorunluluğu bulunacaktır.
Dini sadece bilmenin maharet kabul edilerek, sanki bilgi yarışmasına hazırlanırcasına bilgisini yarışmaya göre hazırlayanların; bildiklerini de yarışmada sorulacak bildiğine göre amel edip etmemenin cevabını da hazırlayacak nitelikte işler yapma zorunluluğu vardır.
Daha önce yaşamış i İsrailoğullarının Kuran’ı ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’i kendi çocuklarını tanır gibi tanıyıp bildikleri halde kabul etmeyişleri; bilgiyle imanın bu anlamda bazen ayrı düşebileceklerini de kavramamızı sonuç olarak karşımıza çıkarabilmektedir.
Bildiği ile iman ettiği ve davranış haline getirdiğinin farklı olması; insanın inancından şüphesi mi var acaba sorusunu aklımıza getirmelidir ki, bunun belki de en büyük sıkıntısını toplum olarak çekenlerdeniz.
İnandıklarıyla, yaşadıkları farklı olan bir toplumun; cennete iman etmekle cennete gidilmesi için yeterli sebebin olmadığını, arkasından mutlaka cennete götürecek bir takım işlerin rabbimizin istediği şekliyle yapılmasını da kendimize görev bilmeliyiz.
İsrailoğullarının ellerinde bilgiler ve belgeler olduğu halde; gönüllerini tatmin edecek şeyin sadece inkâr olması sebebiyle, bilgi ve belgeleri kendilerinin istediği şekilde olmadığı için, inkâr eden konumda olmaları hakka gözün ve gönlün kapatılmasından başkaca bir anlamı olmamıştır.
Bilmek ve iman etmek nasıl davranışa geçmediği müddetçe anlamsızlaşıyorsa; iman ettiğini söyleyen ama ne bilen, ne de amel haline getirmeyenler için de bir felaketin habercisi olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bilmek, iman etmek ve hayatını ona göre tanzim etmek; imanın ve İslam’ın hayat tarzı haline getirilmesi için en önemli öncüllerdir.
Sadece bilmek veya bilmeden iman etmek ise; cehaletten başka bir şeyin göstergesi olmayacaktır.,
İsrailoğulları olarak tarif edilebilecek kitap sahibi bir topluluğun bile verilen nimetleri hatırlamaları, Allah’a verdikleri sözlerini tutmaları ve bunun karşılığında yaratan rabbimizin verdiği sözleri tutacağını hatırlatması; her şeyin mutlaka bir karşılığının olacağını anlamamızı gerektirir. Bu konuda bizim iman etmek ve görevlerimizi yapmak veya yapmamaktan dolayı sorumlu olacağımız hatırlatması, kendimize yapılmış bir hatırlatma olarak da algılanmalıdır.
Dünyevileşerek minicik çıkarları için hakkı görmezden gelmekten, hakkı gizlemekten uzak kalmayı, namaz kılmayı ve infak görevinden uzak kalmayı yanlış bulan rabbimizin acaba en son kitaba ve dine iman ettiğini söyleyen bizlere neleri hatırlattığını hiç düşünebiliyor musunuz?
Sanki aklımız yokmuşçasına başka dinden olanları kendi dinimize çağırmayı görev bilirken; kendimize rabbimizin emirlerine uygun davranmayı neden hatırlatmaz haldeyiz diye hiç sorduk mu?
Bakınız rabbimiz nasıl bir ders almamızı istemiş ve neyi hatırlatmıştır;
“ EY İSRAİLOĞULLARI! Size bağışladığım o nimetleri hatırlayın ve Bana verdiğiniz sözü tutun (ki) Ben de sözümü tutayım; ve Benden, yalnız Benden sakının!”
“ Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!”
“ Hakkı bâtıl ile örtüp bile bile gizlemeyin.”
“Namazda dikkatli ve devamlı olun, karşılıksız yardımda bulunun ve namazda rükû edenlerle birlikte rükû edin.”
“ Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahî kelâmı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?”(Bakara 2/40-44)