“ (EY MUHAMMED, de ki:) "Ben, yalnızca, kutlu kıldığı bu şehrin ve var olan her şeyin Rabbine kulluk etmekle emrolundum; yani, O'na yürekten boyun eğen kimselerden olmakla emrolundum;”
 
“ bir de, bu Kuran'ı (insanlara) okuyup ulaştırmakla." Bundan sonra artık kim ki, doğru yolu tutarsa, o yolu kendi iyiliği için tutmuş olacaktır; ve kim de yoldan saparsa, (böylelerine) de ki: "Ben yalnızca bir uyarıcıyım!"(Neml 27/91-92)
Rabbimiz; her dönemde bir elçisi vasıtasıyla hakkın hatırlanmasını ve insanların başına büyük felaketler gelmeden akıllarını başlarına toplamalarının imkânını sunmuştur.
Evet; ömür insana verilen bir imkândır.
Ömrün imkân olduğunu fark edebilmek için, insana yüklenen çok üst seviyedeki sorumluluğu hissetmek ve sonrasında gereğini yerine getirecek gücün bulunması için çaba sarf etmek gerekir.
Ömrün, insana yükleyeceği rızık endişesinden uzak bir hayat olması gerekirken; maalesef rızık konusunda en üst seviyede gayret ama Allah’ın istediği kulluk görevlerini yerine getirmek ve kulluğun en üst düzeyde olması için çaba sarf etmek gerekirken, her şeyin tersine döndüğü bir hal ortaya çıkmıştır. Adeta imkânlar, imkânsızlık haline; imkânsızlıklar da, imkân haline dönüştürülerek hayatın hedefleri değiştirilmiştir.
Rabbimiz her insanı yaratılıştan İslam olmaya uygun donattığı halde; donanımlarını fark etmeyenlerin yaratılış amaçlarından çok ötede bir yere konuşlanmışlıkları, sapmış hedefin sonucunda cenneti elde etme anlayışı haline dönüşmüştür.
İnsanın elindeki imkân olabilecek ömrünü kimin için geçirmesi gerektiğini fark etmemesi; sonrasında sonucun kötülüğünü görerek artık geri dönüşün olacağını zannetmesi söz konusu olabilir. Dönüş olmazsa da bir kurtuluş yolu olarak, birilerinin araya girmesini veya elindeki bulundurduğu dünyalıklardan yola çıkarak, bir takım rüşvetler vermekle kurtulacağını düşünmeye başlaması; imkânsızlığı imkân olarak şeytanın da verdiği vesveseyle anlamaktan dolayı, sadece ve sadece insanı zor duruma düşürmüş olacaktır.
Herkes; ömrünü nerede, ne için, kim için geçirmişse onun hesabı ı verecektir. Bu hesap verme hali hiçbir makam ve mevki tanımadan tüm insanlar için geçerli olan bir kuraldır.
İnsanların görevleriyle, imkânları arasında sorumluluklarını yerine getirme veya getirmeme gayreti; hayatın hesabını gündemlerine almalarıyla, asıl olması gerekene doğru bir olgunlaşma ve sorumlulukları yerine getirme hali meydana getirecektir.
Peygamberlerle başlayan hayatı tanıma hali, ilk insan ve ilk peygamberle başlayan bir sınanma ve gereğini yerine getirip getirmeme değerlendirmeleriyle; asıl ölçünün Allah (c.c) tarafından belirlenen ideal ölçüye uygunluğu veya ona ulaşmak için gayretkeş olmayı da bizlere seçenek olacak şekilde bir imkân olarak çıkmıştır.
Rabbimiz ;öncelikle peygamberleri denemek ve sonrasında örnek olması sağlanan bir  emsalle diğerlerinin de yüzleşmesini sağlamak için, imkânların ortaya çıkardığı imtihan halleriyle denenmeden ömrümüzün bitmeyeceği bilincini geliştirmemizi istemiştir. 
Allah’ın elçileri de dâhil hiç kimsenin hesap vermekten uzak kalamayışı veya yanlış yapabilme ihtimaline karşın uyarılışı, iman edenlerin öncelikle kendi hayatlarında dikkat etmeleri gereken konuların pratiğini yapmamızı sağlamıştır. Herkes asla sınanmadan kendini kurtaramayacaktır.
Sınanmanın kaçınılmaz olması, sınanmayı aklından çıkarmayanlar için hazırlıktır. Ama sınanmayı unutanlar için de sıradan bir olaymış gibi değerlendirilerek; kalıcı ve zorlu bir dünyanın kendilerini bekleyen son olmasına sebep olmuştur.
Sınanma; insan olan her varlığın kendi sorumluluk  alanıyla ve gücüyle doğru orantılı olarak, sonuçlarından iyi veya kötü bir takım hayatların kazanılmasına sebep olacaksa, insanın sorumluluklarının ve gücünün farkında olarak, kendisine ait olan sorumluluk alanıyla ilgili hesap vereceğini bilmesi gerekir.
Fırat’ın kenarındaki kuzudan kendini sorumlu tutan bir halifenin örnekliğiyle, yerinden kalkmaya dermanı olmayan bir acizin sorumluluk alanı ve ölçüsü tabii ki bir değildir. Ama bu noktada sorulması gereken, acaba ben veya biz kendi sorumluluk alanımızla ilgili, yapılması gerekeni yapıyor muyuz?
Sorumluluk alanımızın hesabını kıyamette rabbimizin sorması kaçınılmazsa ve rabbimizin kandırılması söz konusu değilse; acaba hesabımızı verebilecek kadar gönlümüzde rahat mı? Sorularıyla kendimiz rahatsız etmeliyiz.
İşte; bu noktada geçmiş tecrübelerin bize yol göstermesi mümkündür.
Kuran’ın geçmiş toplumlarla ilgili hatırlatmaları veya herkesin kendi hayatından edindiği deneme yanılma yollu tecrübelerini, bir başka kişiye aktarması, sorumluluk denilen gerçekliğin aklımızın bir köşesinde olarak hayatı yaşamamızın sorumluluğu ortaya çıkacaktır.
Tüm elçiler bu anlamda kendi yetkilerini ve sorumluluk alanlarını bilerek davranmayı, yaratana karşı bir sorumluk hali olarak algılamışlardır.
Elçilerin tümü kendi bireysel kulluk görevlerini yapmayı önceledikleri hayatlarında; kendileri yerine getirdikleri emirleri bir başkasına ifade etmekte gecikmemişlerdir. Kendileri yalan söylemedikleri için, bir başkasının yalan söylemesine de izin vermemişlerdir.
İşte elçilerin özen gösterdiği bireysel sorumluğu yerine getirerek başladıkları tebliğ hayatları, sonrasında toplumsal çürümelere karşı mücadele etmenin farziyetini ortaya çıkararak, kendisini takip edenlere de bu yolu göstermişler, tavsiye etmişlerdir. Kuran’ın emrini yerine getirirken de bir başkasının teklifine istediği kadar yüksek miktarda dünyalıklar teklif edilmiş olsalar dahi kabul etmeyerek, davanın yüceliğinin yüce olan Allah’tan geldiğinin hakkını vermek için gerekirse hayatlarıyla ödemeye hazır olarak yerine getirmişlerdir.
Elçilere iman edenlerin sorumlulukları da, elçilerden kalan ve kıyamete değin sürmesi gereken iman etmenin getirdiği bir görev ve ancak yerine getirilmekle rabbimizin razı olacağı işlerdir. Bu sebeple iman edenlerin ” onlar peygamberdi, biz aynı şeylerle yükümlü değiliz “demeye kalkışarak; kendilerini imanlarının gereklerini yapmaktan uzak tutacak tavırlar içine sokmaları mümkün değildir.
Elçilerin kulluk ve tebliğ görevleri; aynı yolda olduğunun bilincinde olanlar için vazgeçilmesi mümkün olmayan sorumlulukları da yüklemiştir.
İman ettiği elçinin uyarıcılığını unutmayan iman etmiş insanların, uyarmaya ama kulluktan da ödün vermeden elçinin yolunu kendine yol edinmeye özen göstermesi gerekmektedir.
Elçilerin vahiyle uyarmasını kendine metot olarak benimsemekle, iman edenlerden görevini yerine getirmenin huzuru içinde duyurma ve uyarma görevini yapanların gönüllerini müsterih tutarak yollarına devam etmeleri ve başkasına bakarak yoldan saptıracak etkilerinden uzak kalmaya özen göstermeleri gerekir.
İşte bu hal kişinin kazançlı çıkması için,iman edenin  elinden geleni yapması ve karşılığını Allah’tan beklemeyi hak edeceklerini bilmeyi gerekmektedir. Rabbimiz buna işaretle şöyle buyurur;
 
“ Allah'ın vahyine (şeksiz şüphesiz) uyanlar, namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık başkaları için harcayanlar: işte ancak bunlar hiç kesintiye uğramayacak bir kazanç umabilirler; “
 
“ Allah, onların hak ettiği karşılığı eksiksiz verir ve onu lütfuyla daha da arttırır: Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır ve şükrün karşılığını anında verendir.”(Fatır 35/29-30)
Kendi iman ettiğini ciddiye alanların, iman ettikleri esaslar  için bir takım çabalar ve harcamalar yaparak; bu konudaki samimiyetlerini tasdik edecek ve gönüllerine sindirecek ameller içinde bulunmaları gerekmektedir.
Kuran’ın terbiye etmesi sadece bir takım felsefi ekollerde olduğu gibi pratiği olmayan bir öğreti değil ;bizzat hayatın içinde ve mutlaka emek ve elde bulunanları  harcamayı gerektiren yönleriyle hayata anlam katan özelliklere sahiptir.
İman etmekle; insan, yaratanı karşısında aciz kalacağının bilincinde ama aciz olanlarında içinde bulunduğu bir hayatı yaşaması gerektiğinin farkındadır. Bu farkındalık insanların içinde ama Allah’ın rızasını kazanmak için ömrün geçirilmesini ve Allah’ın rızasına uymayan her şeyi reddetmekle bir tavır sahibi olmayı gerekli kılmaktadır.
Acizliğini fark ederek daha önce yaşamış toplumların vahiyden uzak bir hayat yaşamaya başlamaları nasıl saptıklarını görmenin ve onların hayat tarzına, adetlerine ve yaşantılarına uzak ama iman ettiklerine mümkün oldukça yakın bir hayatı yaşamaları gerekmektedir.
Kendilerine vahiy ve elçinin tecrübeleri ulaşan bir toplumun; iman ettikleri halde öteki toplulukları taklit etmekle asla yaratanı razı etmeleri söz konusu olmayacağını da bilmeleri gerekir.
Vahiyden uzak geçirilen her dakikanın insanın aleyhine olduğunu fark ederek vahyin teklif ettiği yaşam tarzına  dönmekte gecikmemesi için daha önceki nesillere yapılan çağrı tazeliğini hiç yitirmeden, bilinç içinde yapılarak; unuttuklarımızı hatırlatmak ve değişik hayatların, algıların inşa ettiği insanlar olmaktan kurtulmak için çok çaba sarf etme zorunluluğumuz ortadadır.
Unutulan vahiyden yola çıkarak; bir gün, hiç kimsenin kendisini savunabilecek meşru bir sebebi ve yolu olmayacaktır.
Vahiyden ve onun pratiği olana sünnetten uzak kalmak; zaman içinde hayatların kokuşmasına, kalplerin katılaşmasına ve meydana gelen dönüşümün, nesiller boyu sürecek bir etkiyle ilk başlatanların daha büyük cezaların muhatabı olmalarına sebep olacaktır.
Kötü adımın atılması kötüdür. Ama sonraki adımlarda şeytan ve dostlarını kendilerine yol arkadaşları edinmekle sadece ahiretteki hesaplarını zorlaştırmaktan başka bir şey yapmamış olacaklardır.
Aklı olmayan ve insana göre sorumluluğu olmayan kuru toprağa hayat veren rabbimiz; insana gönderdiği ve davet ettiği vahiyle, elçisinin tebliğ ettikleriyle hayata anlam katan bir güzelliği hepimizin karşısına örnek olacak ve ders alınacak şekilde çıkarmaktadır.
Rabbimizin verdiği örneklerle bizden beklediği yalnızca kulluk görevlerini yapmak için bekleyecek zamanımızın kalmadığı bilinciyle vahyin davetine kulak verelim;
 
“ İMANA ermiş olanların kalplerinin Allah'ı ve (kendilerine) indirilen hakikati anarken acizliklerini fark etmelerinin zamanı gelmedi mi? (Ve vakti gelmedi mi) kendilerine daha önce vahiy indirilmiş olanlara ve zamanın geçmesiyle kalpleri katılaşarak çoğu (bugün) yoldan sapmış olanlara benzememelerinin.”
 
“ (Ama) bilin ki Allah cansız hale gelen toprağa yeniden hayat verir! Ve aklınızı kullanabilesiniz diye mesajlarımızı sizin için kolay anlaşılır kıldık.”(Hadid 57/16-17)