Kur’an’ı Kerimin anlattığı din ile bizim zihinlerimizde olan din birebir örtüşüyor mu? Yoksa farklar var mı? Bugünkü yazımızda bu konuyu ele almak istiyorum.
Bu soruya herkesin vereceği cevapta ortak bir fikir olduğunu düşünüyorum. Kur’an’ın anlattığı İslam ile bizim yaşadığımız İslam’ın örtüşmediği, aramızda bayağı farkların olduğudur. Hz. Peygamber döneminde sahabenin anladığı Kur’an ile günümüz Müslümanlarının Kur’an’a bakış açıları bayağı farklı. Kur’an’da herhangi bir değişiklik olmamasına karşın neden böyle bir tablo ortaya çıktı?
Rasulullah zamanında Müslümanlar doğrudan Kur’an’a bakıyor ve Rasulullahı örnek alıyorlardı. Hz. Peygamber vahyin ilk uygulayıcısıydı. İnsanlar herhangi bir sorunla karşılaştıklarında Hz. Peygambere gelirler ve problemleri çözüme kavuşurdu. Bu yüzden farklı anlayışlar çıkmadı. Halifeler dönemi başladı. Bazı anlaşmazlıklar, farklı görüşler ortaya çıktı. İran, Suriye, Filistin, Mısır gibi yerler çok kısa sürede fethedildi. İslam coğrafyasının sınırları şu anki sınırlarının % 75’lik kısmına çok kısa dönemde ulaştı. Buralarda yaşayan farklı din, dil, düşünce, yaşantı gibi özelliklere sahip insanlar Müslüman oldu. Dinlerini terk etmeyenler de vardı. Müslümanlar farklı dinlere bağlı bu insanlarla komşu oldular. Fetihler sonrası adeta bir denize akan akarsuların çok olması gibi her din ve inançtan topluluklar İslam’a girdi. Akarsular nasıl her bulduğunu önüne katarak taşıyıp denize bırakıyorsa bu insanlarda geçmişteki kültür, inanç ve değişik düşüncelerini beraberinde getirdiler. Rasulullah zamanında Ashab, uzun zaman boyunca vahyin potasından geçerek yanlışlarını terk etmişlerdi. Ama bu dönemde Müslüman olanların durumu çok farklıydı. Karşılaştıkları problemleri aşamadılar. Günümüzde de varlığını sürdüren pek çok mezheb, meşreb, mehdilik, mesihcilik, şia, ehlisünnet, haricîlik, mutezile, hadis taraftarlığı, gibi gruplar ve tartışmalar çıktı, felsefi eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi gibi çalışmalar yapıldı. Bu süreçte bağrı yanık İslam âlimleri sorunları çözmek için çok çabalar sarf ederek yıkıcı ve bozucu anlayışlar ile mücadele ettiler.
Zamanla bu yazılanlar ve yapılan tartışmalar Kur’an’ın yanında bir kültür oluşturdu. Oluşan bu kültür insanlar ile vahyin arasına girdi. Dinin ne dediği artık bunların penceresinden anlaşılır oldu. Önce mezheb ulemasının kitaplarının ne yazdıklarına bakıldı. Sonra Kur’an’ın söylediğine bakıldı veya hiç bakılmadan orada anlatılanlar dinin görüşü olarak kabul edildi. Aradan biraz daha zaman geçti, ne vakit İslamla ilgili bir konu açılsa veya tartışma yapılsa insanlara vahiyden önce mezheb, tarikat anlayışları İslam olarak anlatılarak düşünceler buna göre şekillendi. Gün geldi bu anlayışlar vazgeçilemez ve değiştirilemez olarak zorunlu görüldü. Bu anlayışın oluşması için ictihad kapısının kapatılması gerekiyordu, öyle de oldu. Bu şekilde ‘taklit’anlayışının önü açıldı. ‘Tahkik’ kavramı anlamını yitirerek buharlaştı.
Bu oluşumlar ağırlıklı olarak Emeviler döneminde oldu. Bir anlamda sert bir kırılma yaşandı. Bu kırılma sonunda Kur’an’ın tarihe gömdüğü, cahiliye âdeti dediği, atalar dini diye isimlendirdiği, kavmiyetçilik dediği, hiçbir mesnedi olmayan ‘rivayet’ mantığı üzerinden pek çok yanlış, yeniden dinin içine ‘kıssa ‘ mantığı üzerinden sokuldu. Arabistan coğrafyasında var olan hikâyeler dine aitmiş gibi gösterildi. Bazı insanlar kendi menfaatlerini düşünerek yalan ifadeleri asırlar sonrasından Hz. Peygamberin ağzına koyarak hadis uydurdular. Sınava hile karıştırılmıştı. Ahirette sorulacak olan dünya hayatının nasıl geçirildiği ile ilgili sorular ve cevapları insanlar tarafından değiştirilmişti.
Merkezden bir sapma olmuştu. İman – amel bütünlüğü yara almıştı. İman ‘ın bir defa söylenmesi yeterli görüldü. Bundan sonra ise hayat ibadetle geçirilmeliydi. Ne kadar çok ibadet edersen o kadar çok sevap yazılacağı söylendi. Bu ifade doğruydu. Ama kötülerle kim mücadele edecekti? Zalimlerin karşısına kimler dikilecekti? Mazlumların hakları nasıl alınacaktı? Su sorulara cevap yoktu.
Allah Rasulu (asm)ın tebliğ, davet ve mücadelesinin ana omurgasını oluşturan ‘Tevhid’ merkezli bir dini söylem ve yaşantı yerini ‘İbadet’ merkezli bir dine bırakmıştı.
Allah Rasulunun ‘üsve-i hasene’ ( en güzel örnek insan) olma özelliği, maalesef Hz. Peygamberi tanıtılırken yapılan abartılı anlatımlar, insanüstü varlığa dönüştürmeler, örnek alınamayacak bir peygamber profili tanımlamalarıyla hayatımızdan çıkarıldı. Bu alanda yazılmış olan şemail, hasais, menakıb türü eserler pek çok siyer eserinin önüne konuldu. Kur’an değiştirilmemişti ama Kur’an’ı hayatında ilk uygulayan kişi olan Hz. peygamberin hayatı ve mesajları anlamını yitirerek farklılaşmıştı.
Aradan asırlar geçti. Günümüz Müslümanlarının durumu da gelenek veya kültürün oluşturduğu dinin etkisine ve çekim alanına girdi. Çoğunluğumuzun İslami bilgisi geleneğin veya kültürün oluşturduğu bilgilerden oluşuyor. Mücadele alanını terk ettik. Meydanı başkalarına bıraktık. Bu durum bizlere şunu getirdi. Müslümanlar gündemi belirleyen değil, belirlenen oldu. Özne değil nesne oldu. Aşağıdaki tablo neden böyle olduğumuzu açıklayıp, durumumuzu özetler niteliktedir.
Yaşadığımız İslam’ı öğrenirken elde ettiğimiz bilgi kaynaklarını sıraladığımız zaman karşımıza şu çıkıyor: Anne- baba ve ailenin diğer fertleri, takvim yaprakları, cami hocaları, 32 farz, 54 farz, güllü yasinler, cemaatler, tarikatlar, ilmihal kitapları, hadis kitapları, tefsir kitapları ve Kur’an’ı Kerim mealleri. Bu sıralamada herkesin durumu farklı olabilir. Çıkarılacak ya da ilaveler yapılacak değişik kaynaklar olabilir. Ama genel tablo böyle.
Her konuda Hz. Peygamberi örnek göstermemizden yola çıkarak, Hz. Peygamberin bilgi kaynakları nelerdi? Sorusuna verilecek cevabın sadece Kur’an olduğudur. Ama biz biraz daha avantajlıyız, çünkü önümüzde Kur’an’ın pratik hayatta uygulamasını Hz. Peygamberde ve Sahabede görüyoruz.
Genel bir değerlendirme yaptığımız zaman şu çıkıyor. Metodoloji sorunu yaşıyoruz. Problemi çözmeye nereden başlayacağımızı bilmiyoruz. Kur’an’ın sadece Arapçasını okuyup ölülere üflenen bir kitaba dönüşmesinin arkasında kısaca şu önyargılarımız yatıyor. Siz veya biz Kur’an’ı anlayamayız, buna gücümüz yetmez, Kur’an’ı anlayabilmek için şunları şunları bilmek lazım, şöyle büyük âlim olmak lazım türünden yapılan açıklama ve değerlendirmeler bizim kendi önümüze koyduğumuz en önemli engellerdir. Kur’an’ın pek çok ayetinde daha kolay anlaşılsın diye Kur’an’ın Arapça indirildiğini haber verir. Bu konuyla ilgili en çarpıcı ayetlerden birisi Yusuf 2. Ayette geçer: ”Gerçekten biz akıl erdirirsiniz diye Arapça bir Kur’an indirdik.”
Bazı ayetlerde ise Kur’an’ın içinde hiçbir gizli kapaklı bilginin bulunmadığını, şifre veya kodlanmış bir takım bilgiler olmadığını,” …kitabın Mübin…”…apaçık bir kitap… olarak Allah tarafından indirildiğini bizlere sürekli hatırlatır.
Sonuç olarak yaşadığımız İslamla Kur’an İslamı arasında farkların giderilmesi için işe Kur’an’dan başlamak gerekir. İnsanı diğer bilgiler kuşatmadan önce Kur’an’ın eğitiminden geçmesi gerekir. Yani insanı her şeyden önce Kur’an’ın inşa etmesi gerekir. Selam ve dua ile…