Mavi Marmara baskını nedeniyle Türkiye’de haklarında dava açılan İsrailli caniler için tutuklama kararı verildi. Mahkeme ayrıca katillerin yakalanması için kırmızı bülten çıkarılmasına da karar vermiş.
İsrailli komutanlar tutuklanır mı? Bilemem! Zaten gelişmenin önemli olan yanı burası değil. Uluslar arası arenada, işin hukuki yönünün de fiiliyat kazanması elbette ki önemli! Fakat bu konunun ilk algılanan kısmı. Bence asıl olan, altında yatan gerçekler; bizim tarihi, kültürel ve psikolojik gerçeklerimiz. İşte asıl üzerinde durmak istediğim husus bu.
Din-ü devlet, mülk-ü millet. Osmanlıdan bize tevarüs eden bir siyasi öğreti. Modernizmin ortaya attığı “ulus-devlet”, “sivil- toplum”, “siyasi- toplum” gibi kavramların gölgesinden kurtulduğumuz müddetçe sırrına vakıf olunabilecek bir tamlama.
Cemal Fedayi “İmparatorluk nasıl yıkıldı?” isimli eserinde tamlamayı şöyle tanımlıyor:
“Din devlet ve millet birbirini besleyen üç temel unsurdur. Bu üç unsur birbirinden ayrılamaz bir bütünü teşkil eder” Evet, İsrailli komutanların tutuklanacağını bilemesem bile şu hususta herkesle bahse girerim: Artık Türkler “
Bir Türk Dünyaya bedeldir”, “
Ne mutlu Türküm diyene”, “
Türk öğün çalış güven” gibi soyut mefhumlarla iktifa etmiyor. Somut adımların atılmasını bekliyor; tarihi şuuraltı galeyana geldi, harekete geçti bile. “Cihan Devleti” özlemi gönüllerde kıpır kıpır, kıpırdıyor.
Müslümanlar içerisinde bulundukları dağınıklıktan, başlarında bulunan Batı taraftarı gafillerden bıktı usandı. Başsızlığın, Halifesizliğin sebep olduğu dağınıklıktan çok çekti. Kaynaklarının talan edilmesi bir yana, değerlerinin sistemli olarak değersizleştirilmesi ameliyesi artık iç dünyalarında dayanılmaz bir hal aldı.
Ümmetin zihinsel yapısında açılan parantezi kapatmanın zamanının geldiği konusunda aklı başında olan herkes müttefik.
Çıkarları Batı’nın çıkarları ile müşterek olan yabancılaşmış zümreler müstesna.
Devlet, Kemalist İdeolojinin sebebiyet verdiği toplumla ve değerleriyle arasındaki yarığı artık kapatma arzusunda.
Lakin şurası da bir gerçek: Bu konuda çok direnenler, eski Türkiye özlemi ile yanıp tutuşanlar var. Ancak zamanın ruhu değişiyor: dünya üzerinde sözü geçmeyen bir devlet olarak yaşamak çoğu kimseye cazip gelmiyor. Onlarda bunun farkındalar.
Onun için kaşıyorlar: Son zamanlarda bilhassa Alevi kardeşlerimizi kışkırtma gayretindeler. Yabancı güç odaklarının sözcüsü olan bir gazetede,
“göbeğini kaşıyanlar”, “
bidon kafalılar” gibi aşağılık deyimlerin mucidi bir yazar tarafından Alevilere güzelleme taşıyan bir yazı yazıldı. Fakat her satırı “
sana söylüyorum kızım sen anla gelinim” kabilinden Sünnileri aşağılamak amacına yönelikti... “Çağdaş ve aydın olmak”; “Mustafa Kemali sevmek”; “hoşgörülü olmak”, “yobaz olmamak”; “inancında hurafe barındırmamak” gibi vasıflar sıralanırken mefhumu muhalifinden Sünni çoğunluğun tam aksi yönde olduğu vurgulanmaya çalışılıyordu. Gaye belli:
Alevi yurttaşlarımızı Kemalist düzene payanda yapmak, bedava asker olarak hazır olda tutmak... Sanki Dersim diye bir olay hiç yaşanmamış gibi. Onlar anladılar ki artık Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde fazla etkili olamıyorlar. Görmüyor musunuz Diyarbakır’da analar PKK’ya isyanı patlattı bile.
Eli öpülesi Kürt anaları evlatlarını kurtarmak için merhamet ve sevgi dolu olduğu kadar cesaret dolu tarihi bir eylemede imza attılar. Allah onlardan razı olsun!
Din-ü devlet, mülk-ü millet: işte budur geleceğimizin teminatı olan formül; adam olmanın en kestirme yolu.
Bir zamanlar bize “hasta adam” derlerdi. Haklıydılar, hastaydık; lakin adamdık. Bu yüzden hasımlarımızda bize “adam” derdi. Hasta adam! Sonra? Sonrası malum. Tedavi olalım derken adamlığımızdan eser kalmadı, hastalığımız ise artarak devam etti.
Fakat her gecenin bir sabahı olduğu gibi her kısır döngünün de bir eceli var. Zaman değişti; tersine artık adam oldukça iyileşiyor, iyileştikçe adam oluyoruz.
Lakin daha yolun henüz başlangıcındayız. Bu da asla unutulmaya!