KAFES AYNI KAFES

Ülkücü gözüyle bir 12 Eylül eleştirisi olan ‘Kafes’ filmini seyrederken son derece mahzunlaştım. Geçmişimde yaşadığım kısmen de şahidi olduğum olaylar beyaz perdeye yansıtılmıştı. Üstelik solcuları küçük düşürmemeye, onurlarını kırmamaya son derece itina gösterilerek. Oysa solcular ne zaman film çektilerse Ülkücüleri hep kötü göstermişlerdir.

Bir yandan filmi seyrederken bir yandan da okuyucularımla paylaşacağım hususları zihnimde iyice hıfzetmeye çalışıyordum.”Genç Arkadaş” dergisinin baskı sahnesini  görünce  kendimi yine genç hissettim. Hele o Saltuk Buğra Han yemeği ve Niyazi Mısri divanı yok mu? Tam olarak Ülkücü gençliğin toplumsal ve sosyolojik gerçeğini ortaya koyuyordu. Yıllardır dini sebebiyle hakir görülen Anadolu insanı kendisini koruma ve ifade etme bakımından gösterdiği birkaç refleksten birisiydi “Ülkücü” Hareket.

Ben film hakkında intibalarımı yazarken günümüz Ülkücü Hareketi ile bir mukayese yapmayı planlıyordum. İslami köklerinden nasıl sistemli olarak soyutlanmaya çalışıldığını, Milliyetçilikten Ulusçuluğa evrildiğini, laik-batıcı düşüncenin ücretsiz savunucuları haline getirilerek Kemalizm limanında ıskartaya çıkarılmak istendiğinden bahsetmek istiyordum.
Filmde bir replik vardı ki üzerinde durmamak mümkün değildi. 12 Eylül Cuntasının işkenceci Subayı, Lütfi Şehsuvaroğlu’nu canlandıran Mehmet Sipahiye müstehzi bir edayla sorar: “Ne ulan düzeni mi değiştireceksiniz?” Mehmet Sipahi son derece anlamlı bir cevap verir. “Hayır, çağı değiştireceğiz”

İşte bütün mesele burada: Çağ ile problemli olmak... Ya günümüz ülkücüleri, hatta İslamcıları... Çağ ile problemleri kaldı mı sahiden? Birisi laikleşirken diğeri sekülerleşmedi mi?
Evet, ben tam da bunlardan uzun uzun bahsedecektim ki ertesi gün ülkemde korkunç bir olay yaşandı. Barış olsun diye miting yapan gençlerin arasında bomba patlatıldı. Anladım ki, kafes yine yerinde duruyordu, milletimiz için hazırlanan küresel oyun derece farkıyla aynı şekilde yine oynanmaya devam ediyordu.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu canlandıran İhsan Başkan elinden geldikçe silahlı eylemleri engellemeye çalışsa da provokatörler gençliği birbirine kırdırmak için her fırsatı kullanırlar ve sonunda yaşı küçük Mustafa (Pehlvanoğlu) bir kahve kurşunlama nedeniyle idama mahkûm edilir. İnfazı herkesi gözyaşına boğar.

Şimdi de aynı kışkırtıcı alçaklar ülkemde yine bomba patlatıyor ve onlarca genci öldürüyor.  Anlayacağınız kafes her gün biraz daha darlaşıyor.

Parmaklar IŞİD’I gösteriyor. Bu ne güçlü(!) bir örgüt ki ABD, Avrupa, İran Hizbullah, Irak savaştı yok edemedi de imdatlarına Rusya yetişti; yazılanlara bakılırsa yakında Çin de IŞID ile savaşa girecekmiş. Bahse girerim ki yine yenemeyecekler!

Hala anlamayacak mıyız, anlamıyorum? Ortada IŞİD yok, IŞİD ile savaş yok. Ortada bal gibi bir enerji savaşı var. Ve emperyalist güçler bu savaşta Müslümanları bölüyor parçalıyor ve diskalifiye ediyor.

Birinci Dünya savaşında çizilen sınırların hepsi değişecek, daha küçük devletlere bölüneceğiz. Kim bilir belki coğrafya da yine pek çok kurtarıcı  yeni önderler ihdas edilecek ve bizler yine avucumuzu yalayacağız.

Sahte mutluluklar içinde övünerek, boş çalışmalar neticesi güvenerek tekrar vakit harcayacağız. Herhalde bu sefer en fazla Kürtler...Geçmişleri ile masum ama günümüzün en mücrim Müslüman topluluğu olan Kürtler.

Bu coğrafyanın savunulması ancak Müslümanların birliği ile mümkün olacaktır. Bunu bildikleri için Batılı güçler Hilafet müessesesi ile boşuna uğraşmadılar. İngilizler Halifeliğin Türkiye den alınarak  uyduruk Arap devletlerine vermek için merhum Rauf Orbay’ın dediği gibi az para harcamadılar. Ama “onların istediği tek gözdü bizse verdik iki göz” hesabı, Halifeliği kaldırarak adeta kendi geleceğimizi ipoteklemiş olduk.

Türkiye vatandır. Hepimizin vatanı. Etnik kökeni ve mezhebi ne olursa olsun hepimizin... Filmde “vatanı kaybedersek her şeyimizi kaybederiz” mealinde bir söz geçti. Duyar duymaz aklıma denizde boğulan o küçücük Suriyeli çocuk geldi. O çocuk bana vatansızlığın ne demek olduğunu bu yaşımda  aynel yakın bir vaziyette öğretmişti.

Milliyetçilik asla ırkçılık değildir. Peygamberimizin Veda Hutbesinde belirttiği üstünlüğün takvada olduğu hakikatini reddedip kanda aramak hiç değildir. Asil olan damarlardaki kan değil toplumların tarihleri ve müşterek hafızalarıdır. Dahası küçültücü minimize edici değil, kapsayıcı ve kucaklayıcıdır. Kapsayıcı ve kucaklayıcı olmanın tek ve biricik formülü ise İslam’dır. Farklılıklarımızı koruyarak birliğimizi sağlamanın iksiri olan İslam...

Gerisi havanda su dövmek yoluyla bu millete ihanet etmektir.

Ayrıca kafesi kırmanın başka bir yolu da yoktur.