Kemal Tahir “Türkiye’de Devletçilik-Halkçılık” başlıklı notunda, önce, devletçiliğin Osmanlının kuruluşundan beri var olduğunu vurgular. Sonra da devletçiliği iki kısma ayırır. “Kerim” kalmış devletçilik, “despot” hale gelmiş devletçilik. Kerim olanında devlet, gelirleriyle geçinmiş; despot olanında ise pahalılaşıp halka yük olmaya başlamıştır.(Notlar/Çöküntü. Sf:59)
O’na göre bir Doğu’lu Devlet halkçılık vasfını yitirmişse, yıkılıp gitmemek için batının üstünlüğünü kabullenir. Bu kabullenme onu batılaşmaya zorlar. Bu zor da devleti burjuva yetiştirmeye zorlar. Ancak bu nafile bir çaba olacaktır. Zira yetiştirdikleri “
batı anlamında burjuva olmadıkları için devletle halk arasında dikilmeyi göze alamazlar. Tersine, devleti açıktan soymaya girişerek, halkı ona büsbütün düşman ederler” (Sf:60) diyerek adeta günümüzdeki komprador burjuvazinin o günden fotoğrafını çekmiştir.
Nihayetinde olacak olanda devletin halk devleti olmaktan çıkıp devlet kapitalizmi halini alması, kompradorların çıkarına halkın sömürülmesidir(Sf:60)
O Kemalist politikaları bu açıdan şu cümleleriyle sorumlu tutacaktır:
“1923’ten 1962’ye kadar Kemalizm Türkiye’de, Mithat Paşa Jöntürkleri’yle başlayan burjuva yetiştirme çabalamasının devamı olarak, kapitalizmin doğup kökleşmesini temine çabalamıştır” (Sf:74)
Kemal Tahir için Kemalist Devrimler üstyapı bile sayılmayacak oyuncak reformlardır(Sf:119) O, “
liberal ekonomik sistem içinde, önce harf, sonra kılık, daha sonra tarih, daha sonra hafta tatili, daha sonra dil ve tarih reformlarını” sığ sularda debelenme olarak değerlendirecektir.(sf:120). Hatta daha ileriye giderek Kemalizm’i kendi silahı ile vurmayı hedefleyecektir:
“Kemalistlik apaçık gericiliktir” (sf:276)
Tahir, esasen Cumhuriyet Devrimlerinin Osmanlılar tarafından Osmanlılığı kurtarmak için düşünüldüğünü, bir kısmının uygulandığını, buna rağmen Osmanlılığın batmasının engellenemediğini, geri kalanlarında Cumhuriyet döneminde uygulandığını, bu uygulamaların Cumhuriyeti batırmadıysa da selamete çıkarmadığını vurguladıktan sonra bunun nedenini sorar ve kendi kanaatine dayanan cevabını aynen aşağıdaki cümlelerle verir:
“Bunun nedeni Osmanlılığı kurtarmak için teklif edilen, ya da düşünülüp alınan devrim ya da değişikliklerin bünyemizdeki özellikler dolayısıyla kurtarıcı değil, batırıcı olduklarından, daha açıkçası batırmak için düşmanca ve düşmanlar tarafından öğütlenmiş, kimi zamanlarda da zorla dayatılmış olmalarındandı” (Sf:276)
Bütün mesele, uzunca bir süre ülkemizde tek bir görüşün hâkim olması ve alternatif fikir ve düşüncelere hayat hakkı tanımayarak kendisini bir “doğma” gibi lanse etmesi yanında keyfiyetin devletin hukuk ve zabıta güçlerince güvence altına alınmış olmasıdır. Bu hal, tartışmayı engellemiş; tartışmadan mahrumiyet ise toplumca gerçeklere kavuşma imkânımızı kısıtlamıştır. Bunun yanında haliyle, düşünme yeteneğimizin güdük kalmasına da sebebiyet vermiştir. Oysa bu konular zamanında açıkça tartışılabiliyor olsa idi, toplumca bugünden çok daha farklı bir konumda olacağımız apaşikar bir hususiyet olsa gerektir.
Bu bağlamda Tahir’in iki sözünden bahsetmenin yeri geldi sanırım:
“Halkları doyurmak yetmez. Onları onurlu kılmak lazımdır. İnsanları onurlu kılmanın en kestirme yolu onları korkutmamaktan geçer( Sf: 69). Diğeri ise ‘sorunlarımızı çözebilir miyiz ve çözersek nasıl çözeriz?’ sorusuna, bir cevap niteliğindedir adeta:
“buna yetecek güç damarlarımızdaki “asil” kanda değil, tarihsel geleneklerimizde vardır” (Sf:83)
Kemal Tahir’in, Kemalizm hakkındaki kanılarında es geçilmemesi gereken bazıları “Büyük Yalanlar” başlığı altında toplamıştır. Maddeler halindeki bu notlara göre:
“
1)Anadolu(Yunan) savaşının “Milli Kurtuluş” denilen olayla hiçbir ilintisi yoktur.(Çünkü “antiemperyalist” vasfı yoktur.) 2)Anadolu savaşı sonunda kurulan hükümet, emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumunu bozmamış, tersine bu durumu yeni değişmelere göre meşrulaştırmıştır. 3)Anadolu savaşının Milli Kurtuluş savaşıyla ilgili olmadığı, antiemperyalist olmamasından bellidir. Antiemperyalist olmayan bir hareket, antikapitalist olamaz. Nitekim Kemalizm hiçbir zaman antikapitalist olmamış, olmayı düşünmemiş” tir. (Sf:193)
Çok enteresan değil mi? Oysa Kemalist düşüncenin müntesipleri ısrarla, duruşlarının ‘antiemperyalist’ olduğunu, üstelik Kemalist düşüncenin emperyalizme karşı mücadele veren halklara önderlik ettiğini iddia etmişlerdir.
Kemal Tahir’in İngilizlerle ilişkiler hakkında da alışılmışın çok dışında iddiaları bulunmaktadır.