Başbakanın Isparta mitingi çok kalabalık toplamış. Diğer vilayetlerde farklı değil. Başbakan nereye gitse büyük kalabalıkları topluyor. Büyük ve coşkulu kitleler.
Eminim ki birileri bu yaşananlara anlam veremiyordur. Bunca kasete, yolsuzluk iddiasına, ayakkabı kutusuna rağmen nasıl oluyor da bu kadar millet halen daha toplanabiliyor? Oysa onlar Başbakanın istifasını hükümetin devrilmesini CHP tarafından yeni bir hükümet kurulması hayallerini kuruyorlardı. Tıpkı Deniz Baykal kasetinde olduğu gibi!
Sosyal olaylar fiziki olaylar gibi değildir. Fiziki olayların yasaları vardır. Mesela normal şartlar altında su yüz derecede kaynar. Ama her kaynayan toplum aynı neticeyi verecek değildir. Hatta aynı şartlar altında dahi. Mesela 1940’ların Almanya şartlarında illaki hep Hitler çıkacak diye bir kaide yok.
Bununda ötesinde toplumsal şuuraltı işte böyle zamanlarda nükseder. Gezi olayları çıktı çıkalı milletin belleğinde boş yere Menderesin asılması veya Özal’ın zehirlenmesi vakıası geziyor değil.
Bu sefer yedirmeyeceğiz denmesinin arkasında işte bu kolektif şuuraltı yatıyor.
Bu millet ne kasetlerin montaj olduğuna dair nede yolsuzlukların asılsız olduğuna dair kesin bilgisine istinaden o meydanları doldurmuyor.
Bunları ileri sürenlerin art niyetini sezdikleri için eline bayrağını alıp koşuyor.
Yolsuzluğa karşı değil mi? Elbette karşı! Lakin toplumsal şuuraltı en rezil, en ahlaksız ve en büyük yolsuzluğun “milli irade” hırsızlığı olduğunu söylüyor ve meydanlarda görünür kılıyor. Anlayabilene tabii.
Hükümeti itibarsızlaştırmaya çalışanların amaçlarının ülkeyi istikrarsızlaştırma olduğunu görüyor.
Daha da önemlisi düğmeye dışarıdan basıldığını çok iyi biliyor. Türkiye’nin Mısır ve Suriye politikalarından rahatsız olan Batı’nın, İslam coğrafyasının zenginliklerini Müslümanlara bırakmamak gibi düşüncesi olduğunu seziyor.
Bu nedenle de kuklaların çağrılarını yok hükmünde görüyor. O kuklaları tutan ellerin ne amaçlar beslediği asırların şahitliği ile sabitken, birilerinin yırtınırcasına çabalarına umursamazlıkla tepki gösteriyor.
Bu duruma çıldıranlar işi millete hakarete kadar götürüyor. Bu da toplumun tepkisine yeni bir ivme kazandırmaktan başka bir sonuç doğurmuyor.
Gezi olaylarında duvara “zulüm 1453 yılı ile başladı” şeklinde bir yazı yazılmıştı. Hadi kimin yazdığı belli değil diye pek dikkate alınmadı.
Fakat 1071 Malazgirt Bulvarının açılışında ODTÜ’de bazı öğrencilerinin Bizans kostümleri ile ağaçları koruyormuş gibi yaparak polisle çatışması dikkatlerden kaçacak gibi değildi.
Mesaj açıktı: Birilerinin hesabı Alparslan ve Fatih ileydi. Yani Anadolu’yu Müslümanlara açan ve İstanbul’u fetheden iki komutan... İkisi de Roma’ya yani bugünkü Batının esin kaynağına karşı başarı kazanmıştı.
İtibarsızlaştırmanın şuuraltını faş eder gibiydi o çirkin Romalı başlıkları.
Millet bunları görüyor ve asırların kazandırdığı engin tecrübe ile yapılanların satır aralarını okuyor, şifrelerini çözüyordu.
Sen ne kadar “Türküm!” desen de.
“Doğruyum” diye yırtınsan da.
Daha “çalışkanım” diye çırpınsan da, Millet itibar etmiyordu.
Çünkü “Türküm, doğruyum, çalışkanım” demekle iş bitmiş olsaydı bu güne kadar devam eden hiçbir problemimiz kalmamış olurdu.
Yolsuzlukların en şerefsizi olan milli irade çalınmak istenirken, milli değerlerimize meydan okurcasına Bizans hortlakları boy göstermişken, aziz İslam ile ilgili birilerinin hesaplaşması henüz bitmemişken,
Kusura bakılmasın ama kimse ayakkabı kutuları ile vakit geçiremez,
İçinde ister ayakkabı, ister para, ne olursa olsun, netice değişmez...