Konuya şöyle bir soru ile başlayalım. Suçlu olmak mı öncedir yoksa suçu ve suçluluğu bilmek mi? Buradan hareketle asıl sorumuzu soralım, önce olan hangisidir. Olmak mı yoksa bilmek mi?

            Peki, “olmak” nedir, “bilmek” nedir?

            İsmet Zeki Eyuboğlu’nun eserine, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ne müracaat ederek konumuza devam edelim. Olmak sözcüğü “ol” kökünden türemiş. “Ol” kelimesi: varlık bildiren, ortaya çıkış, doğuş gösteren eyleme verilen ad. Oluş, doğuş, gelişme, varlık, değişme, düzen, kurum bildiren kök kelime. Bu kökten türeyen “Olmak” kelimesi ise varlık bildiren, ortaya çıkış doğuş gösteren, eyleme dayalı bir anlam taşıyor. Kısacası varlık niteliği kazanmak, somutlaşmak, bir durumdan başka bir duruma geçmek halinin adıdır “olmak” kelimesi.

            Bu nedenle varoluşsal/ontolojik bir varlık moduna işaret etmektedir “olmak” kelimesi.

            İz, im, damga anlamına gelen bil-bel köküne mek ekini eklemek suretiyle türetilen “bilmek” kelimesiyle, öğrenmek, bilgi edinmek, edinilen bilgiyi işletmek, çalıştırmak anlamları ifade edilmektedir.

            Demek ki “bilmek” kelimesi bilişsel yani epistemolojik bir vakıaya işaret etmektedir.

            Sorumuzu tekrar hatırlayalım: Suçlu olmak mı öncedir, yoksa suçu ve suçluluğu bilmek mi?

            Burada da köklere, ama oldukça derin köklere inelim ve sorunun cevabını Babamız Hz. Âdem ile Havva anamızın başından geçen o trajik olayda arayalım.

            Kur’an’ın bize bildirdiğine göre Âdem ve Havva atamız cennet bahçelerindedirler. Diledikleri gibi yiyip içmektedirler, ancak bir istisnasıyla, Allah onlara “şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz”(Bakara,35) diye bir sınırlama getirmiştir. Sınır geçmemeleri emredilen memnu bir alandır. Geçerlerse suçlu olacaklardır. Bunu bilirler, lakin sadece bilirler.

 

            Bir şekilde sınır geçilir ve insan kozmik kaderini yaşamaya başlar. Artık cennette değil yeryüzündedirler. Düşmüştürler. Artık onlar suçu işlemek suretiyle “suçlu” olmuşlardır. Olmak hali onlara suç nedir tam manasıyla öğretmiştir.

            Ancak meyveyi yemekle birlikte kendilerinde bir takım değişiklikler de hissederler. Kendilerinin edep yerlerini görür ve yapraklarla örtmeye başlarlar. (A’râf,22)Utanmayı öğrenmişlerdir. Daha da önemlisi cinselliğin farkına vararak beşer halini ihtiva eder hale gelmişlerdir. Önceleri “cennet” ortamına uygun insanlar iken, şimdi suçu tanımak suretiyle beşer yönlerinin farkına varmışlardır.

            Artık İnsan “dünya” macerası için hazırdır. Bir yanda ruhunun derinliklerinde sakladığı ve hep özlemini çekeceği “cennet” deneyimi, diğer yanda yeryüzündeki sürgün hayatında kendisine eşlik edecek olan, her daim ona buyruk vermeye hazır bir nefsin bitmez tükenmez arzu ve istekler... Suç işleyen, pişman olan, af ve tövbe dileyen insan; çalışan çabalayan varlığının idamesi için emek sarf eden insan. Seçmek zorunda kalan bu nedenle başına özgürlük belası sarılan, özgürlüğü kaderi olan insan!

            Tabii bir de akıl bahşedilen insan! İşte budur yeryüzüne inmişlik hali.

            Varoluşçu felsefe yeryüzünde olmayı “fırlatılmışlık” olarak niteler. Fırlatılmışlık ifadesinde önemsizlik, değersizlik, yalnızlık ve terk edilmişlik saklıdır. İnsanın dört bir yanı güvensizlik ile çevrilidir. Bu nedenle varoluşçuluk insanı isyana sevk eden bir doktrin ortaya koyar.

            Oysa Âdem ile Havva öyle değildir. Evvela yalnız değillerdir. Kâinatın bir sahibi olduğunu en iyi şekilde bilmektedirler. Terk edilmiş de değillerdir. Çünkü onlar yine Allah’tan aldıkları kelimelerle tövbe etmek suretiyle O’nun affına uğramışlardır.(Bakara,37). Rableriyle sıcak ilişki içerisindedirler.

            Tanrının nezdinde değersiz asla değillerdir.

            Bununda farkındadırlar. Zira Allah meleklere Âdeme secde etmelerini emretmiş iblis hariç bütün melekler ona karşı hürmet ile eğilmişlerdi(Bakara,34).Yaşanan bu olay hatıralarında taptaze bulunuyordu. Belli ki insan özel olarak yaratılmıştı. Yaratılır yaratılmazda bu husus pratiği ile birlikte gösterilmek istenmişti.  Kur’an bu hususu bizlere de açıkça belirtir. Allah Âdemi yaratmadan önce Meleklere hitaben “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” diyerek özel bir varlık yaratacağını bildirmiştir. Üstelik meleklerle olan muhaveresini bizlere de bildirmek suretiyle Âdem’in şahsında bizlere de taltifte bulunmuştur.

            Anlaşılan o ki Âdem zaten yeryüzü için yaratılmıştır. Yeryüzünde “halife” olacaktır. Kader planındaki  vakıalar işler ve o yasak meyvenin lezzeti ile yüzleşerek, yeryüzüne inmek için hazır hale gelir.

            Yukarıda geçtiği üzere İblis, meleklerin aksine Âdem’in huzurunda secde etmeyerek emre karşı gelmişti.

            Ve böylece ”olmak” ile ilgili bir vakıa onun da başından geçer.

            Devam edeceğiz, inşallah.