Kısacası, toplumca yitirdiğimiz öz güveni yeniden kazanma ihtimalini kaybettik; dolayısıyla dünya üzerinde iddia sahibi olma becerimizi kaybetmiş olduk. Kaybettiklerimiz oranında taklit becerimiz gelişti; bu gelişme de maalesef yaratıcı zekâmızın güdük kalması bahasına oldu. Bu da haliyle tekrar taklidi tetikledi.
Anlayacağınız tam bir kısırdöngü... Ne taklit ettiklerimizi yakalayabildik, nede dünyaya bir “değer” katabildik.
Bu bakımdan şu hususu açmakta faide var: “Osmanlı” derken kastımız ne tarihte yaşamış bir hanedana yeniden taht bulma çabasıdır, ne de boş kalan tahta yeni bir hanedan bulmak. Osmanlı ile kast ettiğimiz, dönemin siyasal düzeninin formatı değil metafiziğidir. Ona kalacak olursa siyasi erkin babadan oğla intikali yerine seçimle tayini İslam’ın ruhuna daha uygun olacağı tartışmasızdır. Zira ilk dört halife seçim ile işbaşına gelmişlerdir. Daha sonra bir sapma olarak hükümdarlık babadan oğla geçer hale gelmiştir.
Bu bakımdan “Osmanlı” olmak birilerinin vehmettiği gibi Cumhuriyet rejimi ile problemli olmayı peşinen gerektirmez. Veya talep, birinin yerine diğerini ikame etmek amacına yönelik değildir.
Dedik ya, dünya üzerinde iddia sahibi olmamak; birde, bütün değerlerin değersizleştiği zamanın insanına yeni değerler sunamamak... Böyle bir kaygı taşır olmaktan iğdiş edilmiş olmak... Bu vahamet karşısında, şekle müteallik hususların ne önemi olabilir ki?
Buradan, Osmanlı ruhunun kaybı ile sadece bizlerin değil bütün dünyanın zarar gördüğü iddiası, sakın mübalağa olarak anlaşılmamalıdır. Bulgaristan da “Yeşil Bulgaristan Partisi” başkanı Stoyan Dinkov tarafından yazılan “Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler” isimli kitap üzerine, Bulgar Gazeteci Dimitr Nikolov, yazar ile konuşmuş; konuşma tercüme edilerek “Dünya Bülteni” adlı haber portalı tarafından internet ortamında yayınlandı. Bulgar tarihçi konuşmasında “bizi yok olmaktan Osmanlı kurtardı” diyor ve ekliyordu: “Eğer Osmanlılar gelmeseydi, tüm zayıfların başına gelen Bulgaristan’ın da başına gelecekti”
Evet, tüm zayıfların başına gelen Osmanlı’nın olduğu yerde kimsenin başına gelmedi. İşte bütün mesele burada. Kimileri utanmadan Osmanlıyı sömürücülükle suçlarken kimileride Osmanlıyı bu tavrından dolayı kınamakta ve yanlış yaptığını söylemektedir.
Yani ‘Osmanlı neden Hıristiyan toplumları kendisine öğretmen yapmadı’ anlamında geçmişimize hayıflanmakta, esef etmektedir. Şayet yapsa imiş bugünkü problemlerimiz olmazmış(!)
Bunu diyenler düşünemiyorlar ki, yapmış olsaydı, o zaman o, “Osmanlı” olmazdı; dünya Osmanlı’dan mahrum yaşardı, tıpkı günümüz dünyasın da olmadığı gibi.
Yeri gelmişken şu hususa tekrar değinmekte yarar var. Batı açısından “Osmanlı” sadece jeopolitik tehditlerle yüklü, hasım bir kavram değildir. Bundan çok daha ileride bir anlam ve tehdidi ifade etmektedir. “Osmanlı” kavramı, içerik itibariyle Batı’nın evrenselliğini sorgulayan bir tınıya sahiptir. Diğer bir ifade ile zihinlerde Batı’nın merkeziliğini giderecek bir potansiyeli taşımaktadır. Bunun aksine söylemler, halen daha batılı kategorilere bağımlı olunmasını ve Avrupamerkezciliği meşrulaştıran bildik söylemlerdir. İslam Dünyasındaki bu tür söylemlerin hepsine birden S.Sayyid, “Fundamentalizm Korkusu. Avrupamerkezcilik ve İslamcılığın Doğuşu” isimli eserinde “ Kemalizm” adını vermektedir.
“Evrensel” olan ile "Batılı” olan arasında, zihinlerde bir şekilde bir bağ kurulmuştur. ‘Batılı olan ne varsa o doğrudur, evrenseldir çünkü o medenidir’ şeklinde ki kanı, başka hiçbir imkâna hayat hakkı tanımamakta, gayrimeşru gösterip, normal dışı olduğunu ilan etmektedir. Çünkü “normal”i sadece Batı temsil etmek hakkına sahiptir. Diğer toplumlar böyle bir hakka sahip değildir, onlara düşen taklittir, aksine iddiaları ise a-normali göstermekte olup medeniyet dışıdırlar; bu nedenle onlarla mücadele edilmeli ve karşı çıkılmalıdır... İşte zihinlerdeki bu yanlış kanı, illüzyona dayanan bu kanı muhakkak sorunlaştırılmalı ve aradaki bağın doğru olmadığı ortaya konulmalıdır.
İşte “Osmanlı” bunu yapmanın adıdır.
Zira evrensel nitelikteki değerler Batı’nın tekelinde değildir.
En önemlisi Osmanlı düşüncesi asla geriye dönük bir hareket değildir. “Osmanlılık” hali, mevcut anın değerlendirilmesi halidir. Geçmişten getirdiğimiz müktesebat ile yaşadığımız an içerisinde geleceğe dönük projeler üretme ve hayata geçirme çabası ve kaygısıdır.