Cumhuriyet kurulurken, temelinin dayandığı ana gerilim hiç şüphesiz ki Alaturka-Alafranga karşıtlığıdır. Önce böyle bir gerilim şart mıdır? Her oluşum, fikir veya sistem sadece kendi tezleriyle varlık alanına çıkmaz. Neye karşı olduğu ve neyi reddettiği ile de varoluşunu ikmal eder.
Cumhuriyetin kuruluş ideolojisini, bu kaideden ayrık tutmak mümkün değildir. Yani gerilim yersiz ve anlamsız değil, elzemdir. Bu bağlamda gerilimin mevcudiyeti değil, mevcudun mahiyeti ve neden seçildiği dikkate alınmaya daha değerdir.
“
Alaturka”, sözlüklere baktığımız zaman: eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı; bu töre ve hayatı benimsemiş kimse anlamına geliyor. Sözcük, terim olarak “Türk” ismini bünyesinde taşıdığı gibi beyinlerde canlandırdığı kavram olarak da “Türk” mefhumu ile ilişkili.
Karşıtı olan
“alafranga” kelimesine gelince lügatte: Frenklerin töre adet ve hayatına ait, Frenklerle ilgili, alaturka karşıtı; Avrupa kültürüne özgü olan; Avrupa uygarlığını benimsemiş, Avrupa eğitimiyle yetişmiş kimse.
Demek ki Cumhuriyet kurulurken ideolojik ve siyasi tercihler nedeni ile yaşanan gerilim özetle Türk’e ait olanla Frenk’e ait olan arasındaki çelişkiyi içeriyordu. İşin daha da önemli yanı bu gerilim kesinlikle mekânsal değil zamansal olana işaret ediyordu. Alafranga “ileri”yi temsil ederken Alaturka “geri”yi temsil ediyordu.
Geriyi: yani geçmişi; yani köhneyi; yani yok edilmesi gerekeni... Devlet eliyle ve zorla tedavülden kaldırılmaya mahkûm olanı.
Bu konuda Cumhuriyeti kuran kadroların imdadına
Ziya Gökalp yetişir. Hikmeti kendinden menkul, kültür-medeniyet ayrımını icat ederek Batıcılaşmayı yabancılıktan kurtarmak, dolayısıyla meşruluk kılıfına sokmak amacıyla sosyolojik çözümlemelere girişir. Ona göre Osmanlı Medeniyeti geridir ve köhnemiştir. Ayrıca bu köhne medeniyet Türklükle bağlarını koparmış Saray ve çevresinin malıdır. Türk ile bir alakası yoktur ve hiçbir zaman olmamıştır. Mühim olan o köhne medeniyet değil Türk’ün harsı yani kültürüdür. Biz bu kültürümüzü yaşatarak farklı bir medeniyet havzasına pek ala dâhil olabiliriz.
İş meğerse ne kadar da kolaymış değil mi? Osmanlı, “Türk” ile bağı olmayan kozmopolit bir mütegallibe ise o zaman düşünmek, kaygılanmak niye? Geçmiş ile bağlarını keserken vicdan azabı çekmeninde hiçbir âlemi yok. Bak karşımızda ışıl ışıl Batı medeniyeti duruyor. Ceplerimizi “hars” ile doldurarak koşalım o medeniyetin kucağına, kucağına.
Atalım bize dair ne kadar kurum ve değer varsa. Hilafetten tutunda yazımıza kadar. Hatta Türk müziğine kadar! Çünkü makam ve usule dayanan bu müzik devlet eliyle yasaklanmazsa istenilenlerin hâsıl olmasında son derece önemli bir ayak bağı olabilir.
Lakin Hilmi Yavuz Alafrangalığı yanlış bilinçlenme olarak niteler. Bu yanlış bilinçlenmenin arkasında üç kurucu unsur vardır. Modernleşme, oryantalizm ve rasyonalite(aydınlanma). İşte bu üç kurucu kavram arasında kurulan ilişkide ortaya çıkan problematiktir, bilincin yanlış olmasına sebep olan.
Düşünürümüze göre Alafrangalık
: “Oryantalizm olarak alımlanıp temellük edilmiş olan(Batı) modernizmin(in), rasyonel ve Aydınlanmacı bir dönüşüm olduğunu zannetmekten ibaret bir ‘yanlış bilinçlenme’dir” (Alafrangalığın tarihi 2010.Timaş.Sf:7)
Bu tarif ülkemizde süregelen Batılaşma hareketlerinin şuuraltını ortaya çıkaran bir röntgen filmi gibi, adeta. Sonucunda, bilincin yanlış şekillenmesi beraberinde “Doğu” ile ilgili olan ne varsa atılması, “Batı” ile ilgili olan ne varsa olumlu nitelemelerle sahiplenilmesi gibi bir ucubeyi ortaya çıkaracaktır.
İşte bu ucubeye karşı çıkanlardan biriside merhum Kemal Tahir’dir. O radikal bir “Batıcılaşma” karşıtıdır.
Hatta o “Batıcılaşma” değil esrelerinde “Batılaşma” diyecektir.
Kendisi solcu bir düşünürdür. Ama solcular tarafından aforoz edilmiş bir solcu.
Nedeni açık değil mi? Bizim solcularımız kendi toplumunu küçümseme bakımından oryantalizmi içselleştirirken Batı karşısında ezikliği ilericilik saymışlardır da ondan.
Peki ya solcular dışındakiler?
Bence Kemal Tahir halen daha kıymetinin bilinmesini bekleyen uzaklardaki bir yıldız gibi bizlere göz kırpmaktadır.