Halil Karaağaci gerçekten Mutezile mezhebine mi mensuptu? Yoksa ona çevresince böyle bir yakıştırmada mı bulunulmuştu? Bunu bilemiyorum, lakin Böcüzade’nin kitabında aynen şöyle deniliyor.
“….İstanbul’ca Mu’tezile demekle maruf vakıf-ı fünûn-ı hikmet Karaağaci Halil Efendi müşarünileyh Rüşdi Efendi Hazretlerinin mümtaz şakirtlerinden biridir”
Dikkat edilecek olursa âlimimiz için “İstanbul’ca Mu’tezile demekle maruf” olduğu bildiriliyor. Yani kendisi hakkında öyle denildiğinin altı çiziliyor. Zaten Ramazan Topraklı’da göndermiş olduğu mailde Ebül’ula Mardin’in “Huzur Dersleri” isimli eserinden açıklayıcı bir paragrafı da eklemiş. Buna göre, Halil Karaağaci 1853-1869 tarihleri arasında Huzur Derslerine katılmış, ayrıca hiç evlenmemiş ve hür fikirli, pervasız konuşan bir zat olduğu söylenirmiş.
Ramazan ağabey de mailin devamında “kanaatimce” dedikten sonra, Halil Karaağaci’ye Mu’tezile denmesinin sebebinin mantık ilmine verdiği önem nedeniyle olduğunu belirtiyor. O ‘mademki Ahmet Rüşdi’nin talebesidir mantık ilmine vakıf olması gerekir, mantık ise akla dair bir alet ilimdir, bu ilmin kıymetini takdir edemeyenler de âlimimize bu yakıştırmada bulunmuşlardır’ demeye getiriyor.
Sonrada kendi tecrübesinden hareketle bir örnek ile konuya açıklık getiriyor Hem de beni hüzün ve acı ile karışık bir duygu ile geçmişe göndererek:
“MSP’nde bulunduğumuz zamanlarda bizim okumuş arkadaşlarımız, Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu ve Tayyar Altıkulaç gibilerine mezhepsiz, mu’tezile, selefiyye benzeri birçok laflar söylüyorlardı”
Ramazan ağabey işi çözmüştü, haklıydı; çünkü o dediğini bir zamanlar kendiside yaptığı için olayın sırrına hemen vakıf olmuştu. Şöyle ki bir zamanlar kendileri RP’nin il başkanı iken, partinin genel söyleminin haricine taşanları hemen bir şekilde suçlamıştı. Bunda ben fakirinde nasibi oldukça boldur. Ömür Çelikdönmez’de iyi nasiplenenlerdendir. Dahası aklıma hemen geliveren Celalettin Gültekin, Erdoğan Yiğit, Ufuk Urcan, Abdullah Kılıç gibi nice isimlerde böyle bir tecrit politikasının lezzetini tatmışlardır.
Laf mademki Ramazan Topraklı’dan açıldı yine onunla devam edelim. Bilindiği üzere Ramazan Bey Tarihi “Coğrafya”dan hareketle aydınlatma şeklinde özetleyebileceğim bir gayretin içerisinde. Bu konuda iddialı eserle vücuda getirdi. Aldığım habere göre kendisi gerek Valilik Makamına ve gerekse Uluborlu Belediye Başkanlığına gönderdiği dilekçe ile bir talepte bulunmuş. Dilekçesi aynen şöyle:
“Son çalışmamızda ünlü Ammûriye kentinin Uluborlu olduğu görülmüş olup, tez elden eski Uluborlu’nun korumaya alınması gerekmektedir. Bu hususta kaleme alınan bir değerlendirme yazımız ektedir. Gereğini arz ederim. Ramazan Topraklı. Başkan. Hamideli Kültür ve Dayanışma Derneği.
Peki, Ammûriye Kentinin önemi nedir? Bu sorunun cevabı Ramazan Topraklı’nın dilekçesi ekinde sunduğu değerlendirme yazısında mevcut. Ammûriye Türklerin Uluborlu Kalesini fethettikten sonra, bölgenin çekim alanı haine gelmesi sonucu aldığı isimmiş. Selçuklular döneminde Uluborlu siyasetin merkezi, askeri güçlerin kaynağı olmaya devam etmiş.
Kent ilk defa Sahabe Fadâle b. Ubeyd tarafından İstanbul kuşatması dönüşünde 53/675 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmiş. Daha sonrada Halife Mu’tasım tarafından 223/838 yılında yine fethedilmiş.
Son olarak da Alparslan’ın komutanlarından Afşin tarafından 1068 yılında fethedilmiş ve bir Türk kenti olarak kalmış.
Allah hepsinin mekânını cennet eylesin.
Ramazan Topraklı işte bunun için yörenin önemine dikkat çekip eski Uluborlu’nun korumaya alınması için yöneticileri gayrete teşvik ediyor. Göndermiş olduğu değerlendirme yazısında “Tarih bakımından Uluborlu İstanbul’dan bile zengin sayılır” gibisinden bir cümle dahi sarf ediyor.
Yöremizdeki tarihe işaret eden unsurların korunması teklifine katılmamak mümkün değil. Lakin ben İstanbul ile yapılan mukayeseyi “mübalağa” sanatına dair yapılan güzel bir örnek olarak değerlendirilebileceği kanaatindeyim.
Umarım ilgililer Ramazan Bey’in bu ikazlarını değerlendirirler.
Son olarak kentimizle ilgili sözler etmek istiyorum. Isparta’da bir Üniversitemiz var. Akademisyen ve talebelerimiz var. Bir de her türlü hizmete açık bir il Kültür Müdürümüz var. Abdullah Kılıç Bey benimle yapmış olduğu dünkü telefon görüşmesinde kentimizi bir kültür beldesi haline getirmek için her türlü teklife hazır olduğunu söyledi.
Ayrıca mükemmel bir Kültür Müdürlüğü binası var. Yani mekân olarak bir sıkıntı yok.
O zaman? Evet, o zaman niçin ilimizi bir kültür beldesi haline getirmek için elbirliği ile çalışmıyoruz? “Twit-çerçeve”li/merkezli/imkânlı düşünen bir gençlik yerine neden okuyan düşünen ve medenice tartışan gençlik hedefini amaçlamıyoruz?
Sahi neden?