Toplumlar kimliklerini kendi gelişme çizgileri üzerinde edinirler. Bu nedenle her toplum ayrı bir kimliğe sahiptir ve hiçbir toplumun gelişme çizgisi evrensel değildir. Eğer tek bir gelişme çizgisi vaki olmuş olsaydı o zaman toplumlar arasında farklılık olmazdı. Sadece derece farkı olurdu. Çizgi üzerinde sonuca ulaşmış toplumlar ile onları izleyen toplumlar. Açıkçası İleride olan toplumların bilmem kaç asır öncesinde kalmış, takip etmek için gayret eden toplumlar.
Batı işte tam da bu iddia üzerine, sahibi olduğu Dünya Hâkimiyetinin bilimsel/ideolojik yapısını inşa etmiştir. Bu zihniyete göre Batı toplumları mutlak bir veridir. Tüm insanlığın ulaşması gereken bir amaç, bir idealdir. Hal böyle olunca Batı toplumlarını ele alan bilim ile Batı-dışı toplumları inceleyen disiplin aynı olamaz. Aksine bir tutum Batı ile Batı-dışı toplumları aynı ölçülerle değerlendirmek olacaktır ki, Batı bunu kabul etmez. Edecek olursa üstünlüğünü tartışama açmış olur.
Batı çözümü toplumsal olayları inceleyen bilimleri iki ana başlıkta toplamakta bulur.
Sosyoloji Batı’nın kendi iç çelişkilerini inceleyen bilim dalı iken Batı-dışı ülkeler için bu husus
etnografya(antropoloji) diye isimlendirilen bilim dalı ile yürütülür(Baykan Sezer. Sosyolojinin Ana Başlıkları. Sf: 17-18)
Batı, Doğu’yu devre dışı bırakmak suretiyle, keşfettiği tarih-dışı yeni toplumlarla kurmuş olduğu ilişkideki neticesi Dünya Hâkimiyetini ele geçirmiş, bu hâkimiyetin sürekliliğini endüstri toplumu olmakta görmüş, bu arada Doğu’yu da kendi hâkimiyet alanına katmak istemişti.
Dolayısıyla Batı doğaya ve dünyaya egemen olmuştu. Fakat bu egemenliği, bünyesinde bazı sorunlar ve çekişmelere sebebiyet vermiştir. Batı dünya ve doğa üzerindeki etkinliğini, yaşadığı iç sorunlarının çözümünde de kullanmak istedi. 19.YY’ da yeni bir gücün farkına vardı. Kitlelerin toplum hayatında oynadığı roldü, bu yeni güç. Eğer bu gücü bilinçli bir şekilde kullanabilirse sorunlarını çözebilirdi. Yapılmak istenen açıktı. Tıpkı doğa olayları gibi kitlelerin hareketlerini de denetim altına alabilmek.(Baykan Sezer. Sosyolojide Yöntem Tartışmaları.Sf: 13-15)
İşte bu nedenlerle sosyoloji 19. YY’ da ortaya çıkmıştır.
Batı iç sorunları yanında ikinci bir dizi sorunlar ile de baş etmelidir. Bunlar hâkimiyeti altındaki toplumların yönetilmesi, bunun içinde tanınmasıdır. Bu görevde sosyal antropolojiye ya da etnografyaya düşmüştür.(Sosyolojinin Ana Başlıkları. Sf:18)
Bu amaçla Batı, Batı-dışı toplumları tanımakla kalmayacak, onları tanımlayacaktır da. Hani toplumlar özlerinde aynı, gelişmeleri benzer aşamalara sahipti ancak sadece Batı gelişmeyi sağlamış diğerleri çizginin gerideki aşamalarına takılmıştı ya, işte Batı bu kabulünden hareketle yeni bir taktik geliştirdi: kendi sorunlarını evrenselleştirerek, sorunların çözümünü de diğer toplumlara dayattı; eğer sorunlar evrenselleşirse çözümleri de evrenselleşirdi; çözümlerde Batıdaydı, böylece Batı, kendi çözümlerini evrenselleştirmeyi başarmakla birlikte, toplumlar üzerinde kavi bir denetim kurmuş oldu.
Batı’nın iç sorunları belliydi. Burjuvanın palazlanması neticesi ortaya çıkan toplumlar arası çelişkiler için, ulusçuluk; sınıf mücadelesi için sosyalizm, yine örgütlenmiş Kiliseye karşı laiklik.
Ulusçuluk, sosyalizm ve laiklik... Her üçü de Batı’nın kendi iç çelişkilerine bulmuş olduğu çözüm iken, Batı önce sorunlarını evrenselleştirip sonra da çözümlerini evrenselleştirmiş ve böylece toplumları denetimi altına alıp dünyayı tek tipleştirmeyi amaçlamıştır. Batının taraftarlarınca da önerilen bu çözümler aslında yeni bir dünya kurma çabasının mahsulü değildir. Merhum Sezer’in ifadesiyle
“Batı egemenlik biçimlerinden birisini seçip Batı denetimindeki dünya ilişkilerine katılmayla sınırlı” bir tekliftir.(Baykan Sezer. Doğu-Batı Çatışması ve Marksizme. Kemal Tahir 100 yaşında içinde. SF: 13). Bu nedenle Sultan Galiyev Doğu’yu sosyalizm bayrağı altında yeniden ayağa kaldırmak isterken, Batı proletaryasının, Doğu söz konusu olunca burjuvazinin siyasetini sürdürmekten başka bir şey gerçekleştirmeyeceğini, acı bir şekilde tespit etmiştir.(Baykan Sezer. Aynı makale. Sf:11)
Sözümüzü yeniden hülasa edebilmek için yine merhum Sezer’den alıntı yapmanın isabetli olacağını düşünüyorum:
“Batı-dışı toplumlar ya tarih-dışı toplum sayılmakta ya da en iyimser bir yorumla Batı-dışı toplumların tarihin belli dönemlerinde tarihten koptukları öne sürülmektedir. Bir kez bu görüş benimsetilebilirse çok sayıda çeşitleme yapmak olanağı doğmaktadır. Batı’nın yasaları, tarihin yasaları ile özdeşleşmekte ve tarih böylece Batı’nın tekelinde kalmaktadır” (Baykan Sezer. Sosyolojide Yöntem Tartışmaları. Sf: 111)