11 Eylül 2001 günü ABD’nin meşhur ikiz kulesi uçaklarla vurulup yerle bir edildikten sonra birilerinin aklına Oppenheim geldi. Yine bir Alman olan ve ABD’de çalışan Wolfgang G. Schwanitz kaleme aldığı bir makalede El-Kaide’nin bu vahşi eylemini “Alman Cihadı” olarak niteleyip mucidinin de Oppenheim olduğun vurgulayıverdi.
Dahası o İslam Kültüründe ve tarihinde, dini bahane ederek düşmanlarına karşı böyle şiddet ve terör eylemleri olmadığını belirterek bu halin Almanların İngilizlere zarar vermek için uydurduğu bir yöntem olduğundan bahsediyordu.(Kerem Çalışkan. Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü.sf: 84, Kadir Kon Birinci Dünya Savaşında Almanya’nın İslam Stratejisi Sf:100)
Schwanitz haklıydı. İslam Kültüründe böyle çoluk çocuk kadın demeden masum insanların katledilmesi anlayışı yoktu. Hele hele birde bunu “cihat” diye tesmiye etmenin hiç mi hiç yeri yoktu.
Bu olsa olsa modern dünyanın ulusalcı ve kapitalist oluşumunun insana bahşettiği bir vahşilik olabilirdi.
İslam’daki “Cihat” ve “Savaş” fıkhıyla(hukukuyla) hiçbir benzer yönü yoktu.
“Oppenheim ve Kutsal Savaş” ismiyle yayınlanan henüz Türkçeye çevrilmeyen kitabında Wolfgang G. Schwanitz Oppenheim’ı günümüzde El-Kaide’ye kadar uzanan İslamcılık adı altında terör işleyenlerin sorumlusu tutarken(Kerem Çalışkan sh.93) aslında bu tür hareketlerin ne denli türedi ve modern olduğunu zımnen ifade etmektedir. Batı, İngiliz kılığıyla bize laikliği, halifesizliği ve ulusçuluğu layık görürken, hasmı olan Almanlarsa İttihad-ı İslam görüntüsü altında İngilizlere ve Ruslara zarar vermek için İslam Hukukunun genetiği ile oynamaya kalkışıyordu. Diğer bir ifadeyle Kapitalist hukukun temel anlayışını İslam Hukukuna ait bazı müesseselerin altyapısı olarak yerleştirmeye azmediyordu
Bugün bu bozukluk
İŞID, El-Kaide, Boko Haram, El-Şebab olarak zuhur etmektedir. Gelenekle hiçbir alakası olmayan bir vahşet, dünyevi hesaplar uğruna “İslam” adı altında birilerinin kâr hanesi kollanarak kullanılmaktadır.
İşin daha vahimi bu genetik bozukluğa işaret edecek, İslam’ın bu tür köksüz ve fıkıhsız cihat anlayışından beri olduğunu söyleyecek ve Müslümanları bu gibi oluşumlara karşı uyaracak onlardan uzak olmalarını tembihleyecek bir otoritemizde yoktur. İslam Coğrafyası Cihan Harbinden beri Batılı güçlerin itişip kakıştıkları, tepiştikleri, zenginliklerin yağmalandığı bir alan haline gelmiştir. Bu nedenle İslam coğrafyasının mazlumu çoktur; fakat kabul edelim ki haini de çoktur.
Peki kimdir bu Oppenheim?
Yahudi kökenli bir Alman’dır. Zengin bir ailenin çocuğudur. Hukuk eğitimi alır, küçükken okuduğu Bin bir Gece Masallarının etkisiyle Doğu’nun büyüsüne kapılır. Doğu onun hayallerinin mekanıdır. Bu nedenle ilk önce 1883-84 yılları arasında Atina, İstanbul ve İzmir’i gezer. !886 yılında tekrar seyahate çıkar ve Fas’a gelir. Kahire’de Arap kıyafetleri ile dolaşır. (Kerem Çalışkan Sf:73) Evdeki hizmetçilerinin bile Arapçadan başka bir dille konuşmasını istemeyen, halkın arasına karışıp pazarlarda dolaşan ve çöle geziler yapan Oppenheim, dahası
El-Ezher’deki tartışmaları takip ederek İslam’ın ruhunu anlamaya çalışır( Kadir Kon. Sf:55)
1909 yılına kadar kaldığı Kahire’den Alman Dışişlerine 472 adet rapor gönderir. Bu raporlarda Arap kültürü, Bedeviler, İslam ve İslam’da Sünni-Şii ayrılıkları gibi konuları işler( Kerem Çalışkan. Sf:74)
1985 yılında İstanbul’a gelerek Sultan Abdülhamit ile görüşür. Konu Panislamizm’dir. Yirmi dakika olarak planlanan görüşme iki saati aşar, görüşme esnasında Oppenheim Sultanın bedevilerle ilgili sorularına muhatap olur ve Abdülhamit’e bu konudaki tecrübelerini aktarır(Kadir Kon. Sf:56)
Alman Dışişlerinin görevlisi olarak Ekim 1914 tarihinde 136 sayfalık memorandum hazırlar. İslam Coğrafyası hakkında bilgiler ve yapılması gerekenler konusunda Almanya’yı bilgilendirir. Giriş ve sonuç bölümleri dışında 12 ana başlık ve 85 alt başlıktan oluşan bu memorandumun giriş bölümünde Hindistan’da yakıcı ayaklanmaların tutuşturulmasını talep ederken İngilizler hakkında önemli bir tespitte bulunur:
“İngilizlerin en hassas yeri sömürgeleridir”(Kadir Kon sf:63-64)
İngiliz sömürgelerinin çoğu Müslüman halklardır. Bu nedenle İngiliz ve Alman menfaatleri “din” üzerinden savaşmayı gerektirir. Birisi dinin mensuplarının birlikteliğini kırmaya, onları parçalamaya, bölmeye, hilafet kurumunu yıpratmaya çalışırken diğeri de bu potansiyel güçten çıkarları doğrultusunda istifade etmeye çalışır.