Eski dostluklar mı daha içtendi, yoksa yaşı ilerledikçe insanlar dostlarının kıymetini daha mı iyi anlıyor, bilemiyorum? Geçen Cumartesi Ankara’da dostlarımla beraberdim.

            Yakınlarım bilir İstanbul aşığı olduğum bir mekandır. Lakin şimdi seç deseler Ankara’ya giderim. Anladım ki bir yeri güzel yapan, özleten orada yaşayan sevdiklerinizmiş... Artık İstanbul’da sadece anılarım kaldı, dostlarım elbette ki vardı. Bir yandan azaldılar bir yandan da ilişkiler tamamen koptu. Bu nedenle İstanbul denince içimde eskisi kadar şiddetli hasret rüzgârları esmiyor.

            Daha öncede birkaç kez bahsetmiştim. Kızılay’da “Kurtuba” isimli bir kitap Cafe var. Orada insanlar oturuyor çay içiyor, tatlı yiyor ve kitap okuyor. En önemlisi sohbetler ediliyor. Ayrıca buluşma yeri vazifesini de görüyor.

            Gittiğimde Erdoğan Yiğit’in benden önce geldiğini gördüm. Oldukça zayıflamış ve daha da yakışıklı olmuştu. Arkasından kendi ifadesiyle “devedişi” gibi birkaç şirkette genel müdürlük yapan Isparta’dan mezun Şükrü Küçüköner kardeşim geldi. Biz çaylarımıza hemen başlamıştık ki Isparta’nın kadim Reis’i Ramazan Topraklı her zamanki hızlı adımlarıyla yanımızda bitiverdi.

            Beraberinde mesai arkadaşlarından Oğuz Şenel Beyde gelmişti. Oğuz bey aslen Uluborlulu kendisi inşaat yüksek mühendisi olmakla birlikte Tarih’e merak sarmış bir zat. Tıpkı Ramazan Ağabeyimiz gibi. Onlar artık bir ekip olmuşlar ve tarihi araştırmalar yapıp ciddi ciddi iddialarda bulunuyor tarihi bilgilerimizi değiştirecek eserler meydana getiriyorlar.

            Oğuz Bey yazmış olduğu “Ammûriye (Uluborlu) Müdafaanamesi” isimli eserini bana imzalayarak vermek lütfünde bulundu. Ayrıca okumamı sıkı sıkı tembih ederek Antoıne Zıschka tarafından yazılmış olan “Petrol Savaşının Kirli Tarihi” isimli bir kitabı da beraberinde hediye etti.

            “Ah o petrol savaşları yok mu?” diye geçirdim içimden. İmparatorluğumuzu yıkan, Müslümanları halifesiz bırakan, İslam coğrafyasını cetvel cetvel parçalayan, ideolojilerle zihinlerimizi şerha şerha bölen, o petrol savaşları. “En kısa zamanda okuyacağım inşallah!” diyerek verilen kitapları, aldığım diğer kitapların poşetine koyarken karşıdan bütün cesametiyle Ömür Çelikdönmez kardeşim belirdi, gülerek “ağır toplar sonra gelirmiş” diyerek de espri yapmayı ihmal etmedi. E, nede olsa Timetürk’ün müdavim yazarlarındandı,  kendileri...

            Sohbetin bir esnasında yaşanan son siyasi olayları kastederek Ramazan Ağabey “Müslümanlar birbirlerine kötü gözle bakmamalı” dedi. Haklıydı. Yaşanan olaylar alt kademede bizleri birbirimize kırgınlaştırmamalıydı. Bizler her şart altında birbirimize mümince davranmayı becermeliydik. Ayrıca elimizde kitap ve sünnet gibi kıstaslar vardı. Yanlışları bu ölçülere göre belirleyip,yanlışa yanlış diyebilmeliydik.Ama birbirimizi kırmadan ve yüz yüze bakmamızın elzemliğini unutmadan.

            Ayrıca Batı’dan özellikle ABD’den esen ve Türkiye’yi tekrar eski kısır dünyasına hapsetmeyi amaçlayan oyunlara karşı da uyanık olmalıydık.

            Bir ara Oğuz Bey elini çantasına daldırıp eski gazete kupürlerinden oluşan bir yazı okudu. Okuduğu bölüm Hasan Pulur’un 6 Aralık 2007 tarihli “Skandal ve kabak Gazetecilerin başında” isimli yazının şu bölümüydü:

            “Madem gazetecilikten laf açıldı, bir nokta koyalım... Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil gazetecilik Karnesi başlıklı yazısını şöyle bitiriyordu: Bakın acı bir örnek vereyim... Daha önce çalıştığım çok önemli bir gazetede iki yazar vardı. İkisi de ödüllü, ikisi de ağır abi, ikisi de cemiyet üyesi... Ama yazılarını kendileri değil, başkaları yazıyordu! Bir gün meslek ahlakı üzerine kavga ettiler aralarında... Biri dedi ki, yazılarını kendin bile yazmıyorsun ne konuşuyorsun?  Öbürü cevap verdi. Ben hiç olmazsa yazılarımı kimin yazdığını biliyorum, sen onu da bilmiyorsun!”

            Bir yaşıma daha girmiştim! Diyecek bir şey bulamıyordum... Demek ki nerelerden hangi ince ayarlara maruz kalıyormuşuz üstelik adresi bile belli olmayan mahfillerden.

            Pazartesi sabahı Isparta’ya indim. Otogarda bindiğim taksi sürücüsüne sordum “Başbakan’ın mitingi nasıl geçti?” diye. “Bulunmadım ama duyduğuma göre çok kalabalıkmış” dedi.

            Evime doğru yol alırken bir yandan mahmur gözlerimi açmaya çalışıyor bir yandan da düşünüyordum “bu kalabalığın üzerine biraz kafa yormalıyım!” diye.