Sebep –sonuç ilişkisinde zorunluluk görmek demektir. Evvela bir” neden” olacaktır; bu neden aynı şartlar altında daima aynı sonucu doğuracaktır. Sonuç zorunlu olarak doğmaktadır.
Mesela, beyaz bilye kırmızı bilyeye çarptıysa bu nedenin her tekrarında kırmızı bilye muhakkak hareket edecektir.
İki hidrojen ve bir oksijen atomunun her birleşiminde mutlaka su oluşacaktır.
Ateş ne zaman pamuğun yanına gelmişse pamuk zorunlu olarak yanacaktır... Yani neden her ortaya çıkışında sonuç kaçınılmazdır.
İskoç Filozof David Hume(1711-1776) buradan bir yasa çıkarılamayacağını iddia eder. Felsefi ekol olarak deneyci(empirist) olan yani insan zihninin ancak deneyler ve duyular vasıtası ile oluştuğunu iddia eden Hume, felsefi bir incelikle dış dünyada gördüğümüz bu tekrarların bir sonrası için hiçbir garantisi olmadığını söyler. Olayların sıralamasının tekrarında bir düzenlilik gören insan, olayların birisinin diğerinin nedeni olduğu inancına varmaktadır. Oysa bunun böyle olduğuna dair hiçbir neden yoktur, bilgi dağarcığımızda. Sadece birbirini izleyen iki olay arasında, bir bağlantı olduğunu düşünürüz, o kadar. Bu da düşünüre göre gelecekte de o iki olay arasında bağlantı olmasını beklemek için hiçbir neden vermez, sadece o bekleyişe yol açtığını ısrarla savunur.
Şimdi biz konuyu toparlayacak olursak şu sonuçları sıralayabiliriz:
a)Neden ve sonuç "akıl" ile değil "deneyim" ile bulunabilir.
b)Bu ise aralarında zorunlu bir ilişki olmadığını da gösterir. Çünkü devamlı olarak birbirini takip etmeleri dışında bir kanıt yoktur elimizde. Birbiri ardına gelen bu olayların nedenine nüfuz edemeyiz.
c)Bugüne kadar gelen sıralamanın yarın olacağının hiçbir garantisi bulunmamaktadır. Yani yarın ateşe yaklaşan bir pamuk yanmayabilir veya çarpan beyaz bilye kırmızının hareketine sebebiyet vermeyebilir.
Çünkü bütün bu deneyimlerin altından bir “yasa” çıkarmamız için hiçbir neden yoktur.
Gelelim kendi devimize: Gazali( 1058-1111) de benzer şeylerden söz eder. Zamanının filozoflarına karşı yazdığı reddiyelerde onların neden-sonuç ilişkisinin zorunluluğuna dair kabullerini eleştirir.
Yani kendi benzetmesi ile ateşin her zaman pamuğu yakmayacağını dile getirir. Çünkü o nedensellik hususunu eşyanın bir özelliği olarak almaz. Ateşle pamuk bir arada bulunduğunda yanma olayının nedeni ateşin tabiatı değildir. Diğer bir ifadeyle yanma işinde ateşin fail olduğuna dair bir delil yoktur. Sadece bizim her tecrübemizde görmüş olduğumuz “yanma” neticesidir. Ancak aralarında akli bir zorunluluk bulunmamaktadır. Gazali burada şöyle bir örnek getirir: “canlılığın tabiatını kimse meninin tabiatı olarak kabul edilen sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktan kaynaklandığını söyleyemez.”
Gazali burada Aristocu nedenselcilik anlayışına cevap vermektedir; Aristo’ya göre varlığın temeli dört unsura bağlıdır: Ateş, hava, su ve toprak. Bunun canlılardaki karşılığı ise: sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktur.
İşte menide bulunan bu “sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk” unsurları canlılığın sebebi değildir. Bunu iddia edebilecek akli bir gereklilik bulunmamaktadır. Bu nedenle meniyi ana rahmine bırakan baba da gerçek fail değildir.
Haksız mı? Her insanın oluşumunda bir ana ve baba lazım. Yani sebep-sonuç ilişkisi belli; babanın menisi ile annenin yumurtası birleşecek ve insan meydana gelecek. Kaba sebep-sonuç ilişkisine vuracak ve orada kalacak olursak: gören, işiten, gülen ağlayan, neşe içinde koşan şu sevimli yumurcağın sebebi annesinin yumurtası ile babasının menisi? Yani fail :ebeveyn?!
Salata yapıyormuşçasına “çocuk yapmak”tan söz edenlerin kulakları çınlasın!
Devimizin maksadını anlamamak mümkün değil. Doğada meydana gelen olayların failinin nesneler değil Tanrı olduğu gerçeği. Lakin burada kasıt asla eşyanın tabiatını inkâr etmek değildir. Sadece mutlak varlığa “perde” olmasının önüne geçmek hassasiyetidir.
Yakan ateş değil, Tanrıdır; tıpkı çocuğu yaratanın baba olmadığı gibi.
Devam edeceğiz, inşallah.