Geçenlerde Beyaz TV’de Rasim Ozan Kütahyalı’nın bir programını izledim. Konusu merhum Ahmet Kaya idi. Magazin Gazetecileri tarafından düzenlenen törende ödülünü alan merhum ”ben Kürt asıllıyım ve Kürtçe kaset yapacağım” deyince olan olmuş ve Onuncu Yıl Marşı eşliğinde başlamıştı bir linç girişimi.
Sonrasın da açılan kamu davaları, Hürriyet Gazetesi ve Ertuğrul Özkök tarafından aslı olmadan atılan yalan manşetler ve sonunda yurt hasretine dayanamayan bir kalbin duruşu.
Şimdi öğreniyoruz ki Hürriyet Gazetesinde atılan o manşetlerin hepsi gazeteye servis edilmiş… Meğer o, ülkesine “şerefsizler” dememiş; meğer o, Berlin’de Öcalan ve PKK bayrağı altında konser vermemiş; hepsi montajmış; ne o tarihte konser vermiş ve nede o tarihte Berlin’e gitmiş. Hepsi yüz kızartıcı bir yalanmış… Ama neye yarar ki… Artık Ahmet Kaya yaşamıyor… Devlet kanalında Kürtçe yayın yapılıyor ama Ahmet Kaya artık seyredemiyor.
Sayın Kütahyalı bütün vücudu ile kameraya dönerek izleyicilere 1999 yılı ile ilgili bir hatırlatmada bulundu. O yıl içinde sadece Ahmet Kaya’ya yönelik linç girişimi olmamış ayrıca üç önemli olay daha yaşanmıştır, diyerek hafızalarımızı tazeledi.
İlki Milletvekili Merve Kavakçı için işletilen linç girişimiydi. Koca koca milletvekilleri el çırpmak suretiyle “dışarı, dışarı” diyerek tempo tutuyorlardı. İş kavakçı ile kalsa iyi, daha ilkokula giden çocuğunun arkasına düşürülen yine minicik çocuklara bir ağızdan “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” sloganını attırarak kovalattırıyorlardı. Kameralar da onların peşinden koşarak yaşanan linç olayını kayda alıyorlardı; akşam haberlerinde bu mühim(!) haberi bilgilerimize servis edebilmek için.
Kaçan ve kovalayan o küçüklerin yaşayacakları ruhi travmaları hiç düşünmeden, akılları sıra laik anlayışı koruyorlardı… Gerçektende bu ülkede, laikliğin ne olduğu hakkında, neden bize gerekli olduğu hakkında ve tarihi kökenleri hakkında tek bir eser yazabilmiş değillerdir ama linç etme hususunda çok mahir hale gelmişlerdi.
İkincisi ise bu ülkeye pek çok hizmet etmiş, Yurt dışında açtığı Türkçe okullarla dünyayı, dilimiz, kültürümüz ve bayrağımız ile tanıştırmış Muhterem Fethullah Gülen Hoca efendinin yurt dışına sürülüşüdür. Şayet bu zat başka bir ülkenin ferdi olsaydı bırakın yurt dışına sürülmeyi baş tacı edilirdi. Ama ne çare mademki “İslam” diyor, ağzı ile kuş tutsa boş. Hizmetleri ne olursa olsun, mademki laikçi değil hiçbir ehemmiyeti yok.
Üçüncü olay ise Recep Tayyip Erdoğan’ın hapse girmesidir. Ne garip değil mi, Sayın Erdoğan Ziya Gökalp’ın şiirini okudu diye ceza aldı; tecil dahi edilmeyip cezaevine gönderildi… Allah bu millete brifinglenmiş/zehirlenmiş yargıyı bir daha göstermesin.
Sonra Kütahyalı ellerini iki yana açarak ve sesini yükselterek “ne yapıyorsunuz kendinize gelin, sizleri birbirinize düşürüyorlar, teker teker hepinizi yok edecekler, ülkeyi eski haline çevirecekler” diyerek önemli bir ikazda bulundu.
Aynı şekilde Yusuf Kaplan’da Yeni Şafak gazetesinde 24 Kasım tarihli makalesinde aynı konuya değindi ve tarafları itidale çağırdı. Kaplan Sayın Erdoğan için “Türkiye’nin ve Bölgenin son şansı derken” bence hiçte mübalağa etmiyordu. Yine Müslümanların meselesi iktidar meselesi olamaz derken de, Suudi mahreçli Selefiliğe karşı tek kalkanın tasavvufi cemaatler ve hizmet hareketi olduğunu söylerken de mübalağa etmiyordu.
Evet, Sayın Erdoğan Müslümanlar için bir ümit kaynağı, Amerika ve Batı Erdoğansız bir Türkiye peşinde; hal böyle iken bu çekişme niye? Hele hele seçime beş kalmışken ve sonucu hayati bir öneme haizken… Sorunlarımızı İslam dairesinde çözemiyorsak zaten dünyaya verebileceğimiz bir şey yok demektir. Hem biliyoruz ki bu çatışmayı ellerini ovuşturarak ağzının suyu akarak seyreden pek çok kesim var.
Neden, Sözcü, Aydınlık, Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelere malzeme olunmaya katlanılıyor ki?
Bence sorun hemen halledilmeli ve Müslümanların boynu bükük bırakılmamalıdır. Geriye, şöyle bir on yıl öncesine bakalım, ülke ne kadar değişti; başta askeri vesayet kalktı, yargı ideolojiden arındı, ortada gezen yarı tanrılar şu anda hesap vermekle meşgul; basın artık eskisi kadar tek sesli değil.
Ama her şeyin bir anda geri dönmesi de mümkün… İşte o zaman hepimiz ama hepimiz yarın Allah’a hesap vermekten kurtulamayız. Neden çıkan aleve bir kova, bir bardak veya fincanla su serpmedin diye.
Ben derim ki, bu ateşin sönmesi için hepimize görev düşüyor dostlar.