Aslında yapılan her seçim iki şeyin göstergesidir. İlki, hemen fark edilebilen, herkesçe kabul edilen zahiri olanıdır. Adaylardan veya siyasi partilerden hangisinin kazandığı yahut kaybettiği gibi.Bu gösterge, seçimin yapılmasında murat edilen neticenin hâsıl olmuş hali olduğu için elbette ki önemli. Fakat diğeri kadar asla değil!
İkinci gösterge seçmenlerin daha doğrusu toplumun bulunduğu hal ile ilgilidir. İlki adayların başarılarını gösterirken, ikincisi seçenlerin halet-i ruhiye sini,duygularını ve düşüncelerini ortaya koyar. Toplumun seçerken, seçeneklerin her birisi hakkında karar verirken kendisinin hangi konumda bulunduğunu faş eder.
Neyi istediğini, neyi amaçladığını izhar eder...
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde üç aday var.
Sayın Demirtaş’ın adaylığı, ülkemizde bulunan etnik bir gurubun, bir mensubunu kimliğini gizlemeden aday gösteriyor olabilmesi bakımından anlamlı. Daha açık bir izahla, her ne kadar son zamanlarda terk edilmiş olsa da, onlarca yıl devletin güttüğü yanlış politikaların oluşturduğu bir kırgınlığın rehabilitesi bakımından önemli; yoksa seçimin esası bakımından asla müessir değil.
Geriye kaldı iki aday. Bunlardan her biri şüphesiz ayrı ayrı misyonları temsil ediyorlar.
Ekmeleddin Bey, sağcısından solcusuna, Kemalist’in den ulusalcısına, laikinden batıcısına kadar ne kadar tutucu eski Türkiye özlemcisi varsa onların müşterek adayı. Bu kesimlerin yapmak istedikleri tek şey var: Türkiye’yi mümkün olduğu kadar eski haline geri çevirmek.
Toplum olarak kazandığımız ne varsa elimizden geri almak...
Son aday Başbakan Erdoğan ise kendisini yenilenen dünyada değişen Türkiye’nin temsilcisi olarak lanse ediyor. Genel başkanı olduğu partisi vasıtasıyla, iktidarda başlattığı değişimlerin devamı yönünde etkin bir Cumhurbaşkanlığı görevi yapacağı imajını veriyor.
Şüphesiz bu adaylardan birisi mutlu sona ulaşacak.
Buna oylarımız vasıtasıyla bizler karar vereceğiz.
Fakat bu seçimin görülen neticesi olacak.
Aslında bizler oylarımız ile bizlerin ne düşündüğünü de ortaya koymuş olacağız. Yani başta da ifade etmeye çalıştığım gibi “değişim” karşısında irademizin ne olduğunu ortaya koyacağız.
Bu bakımdan seçim, bir göstergesi ile kazanan adayı ortaya koyarken, batındaki göstergesi ile de toplum olarak bizlerin ne halde olduğumuzun da bir göstergesi olacak.
Sahi bizler ne diyeceğiz? Eski Türkiye’yi istiyoruz mu diyeceğiz, yoksa istemiyoruz mu?
Mesela, bu ülkede yaşanan ihtilallardan rahatsız mıyız diyeceğiz, yoksa razıyız mı?
Asılan merhum Menderes ve Bakanları boşu boşuna gittiler mi diyeceğiz, yoksa gerekli dersi çıkardık mı?
Ülkemizde yine başörtülü öğrencilere hayat zehredilsin mi diyeceğiz, yoksa başı açık kapalı herkes üniversitelerde kardeşçe ders görülsün mü?
Gariban Türk ve Kürt gençleri ölsün, birileri de nutuk atıp üzerinden çıkar elde etsin mi diyeceğiz yoksa toplumsal barış yolunda alınan yola devam edilsin mi?
Aziz İslam’ın adını duyar duymaz kırmızı görmüş boğa gibi davrananlar küstahlıklarına kaldıkları yerden başlasınlar mı yoksa hadlerini bilsinler mi?
Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün, ama demek istediğimi anlattığımı sanıyorum.
İnanın kazanan aday kim olursa olsun, bu ikinci derecede önemli. İlk planda önemli olan bizlerin toplum olarak ne dediğimiz.
Ne isteyip ne irade ettiğimiz.
Çünkü ben biliyorum ki: “Bir toplum neye layıksa onunla yönetilirmiş”. Bu Efendimiz Hazretlerinden kulaklarımıza asırlar öncesinden yapılan bir tembih.
Ah!..Bir de değişen dünya faktörü vardı, değil mi?