Eğer tarih, Kemalizm’in belirlediği Türk anlayışına aykırı neticeler veriyorsa o zaman yapılacak olan bellidir: Tarihi yeniden yorumlamak… Din ile özdeşleşmiş Osmanlı dönemini karanlık olarak niteleyip tarih öncesinden aydınlık bir altın çağ icad ederek, laikliğin ne kadar Türk töresine uygun olduğunu ortaya koyabilmek.
Bunun için 1932 yılında birinci 1937 yılında da ikinci Türk Tarih Kongreleri düzenlendi. Bu faaliyetler çerçevesinde, bütün dillerinin Türkçeden doğmuş olduğu gibi görüşler ortaya atıldı.
Tarih konusunda ileri sürülen tezler belli bir amaca yönelikti. Cumhuriyet devrimleri ile uygarlık arasında kurulan bağın meşruiyetini ortaya koyabilmek; Orta Asya’dan tedarik edilen delillerle iddiayı müdellel hale getirebilmek. Mantık şu şekilde işletildi: Tarih öncesinde göç eden Türkler dünyanın dört bir yanına medeniyet götürdüler. Batı Medeniyeti de dâhil, dünyadaki bütün medeniyetlerin kaynağı Türklerdir. Bu bakımdan Anadolu’daki Hitit ve Sümer medeniyetleri de esasen birer Türk Medeniyetidir. Bu nedenle muasır medeniyete ulaşmak için yapılan devrimler Türk’ün karakter ve seciyesine göre olması elzem olan değişimlerdir.
Fakat iş Osmanlı’ya gelince değişir. Liseli öğrenciler için hazırlanan tarih kitabında şu cümleler kurulabilmiştir:
“Osmanlı Devletini tesis eden ve sonradan Osmanlı namını alan Türklerin nereden ve ne zaman Anadolu’ya geldikleri henüz ilmi bir surette tespit edilmiş değildir. Bu Türk aşiretinin de bütün Türkler gibi Orta Asya’dan İran yoluyla garba ilerleyerek aşiret reisi Ertuğrul beyin emri altında Anadolu’ya gelip yerleşmiş olduğu rivayet edilmektedir. Osmanlı hükümdarlarının, Oğuz Han’a kadar giden bir silsilenameleri varsa da bu sonradan uydurulmuş bir şeceredir.(Büşra Ersanlı Behar. Tarih ve iktidar.Alfa Yay. Sh:113-4)
13 Asırda Osmanlı Türk’ünün nereden ve ne zaman Anadolu’ya geldiğini ilmi surette tespit edemeyen kafa, iş yontma taş devrine gelinde tespitten geri kalmamaktadır… Mahmut Esat Bozkurt kongredeki konuşmasına “tarih kitapları için yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre” diye başlayarak şöyle devam edecektir.
“Türkler Anayurtları olan Orta Asya’da Yontma taş devrini milattan 12.000 sene evvel geçirdikleri halde Avrupalılar ancak 5000 sene daha sonra bu devirden kurtulabilmişlerdir. Diğer taraftan insanlar henüz ağaç ve kaya kovuklarında yaşarlarken, Türkler Orta Asya’da kereste ve maden medeniyetini meydana getirmişler, hayvanları ehlileştirmişler, çiftçiliğe başlamışlardır.”( İktidar ve Tarih Sh:120)
Yine bütün dünya dillerinin Türkçeden neş’et ettiğine dair Güneş-dil teorisinin Esbab-ı mucibesini faş etmek bakımından Şemseddin Günaltay aynen şöyle bir cümle sarf edecektir:
“Güneş-dil teorisiyle Türk dili İslam’ın boyunduruğundan kurtarılmıştır”(İktidar ve Tarih sh:177)
İşin daha da vahim tarafı 1935 yılında Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin açılışı Mecliste Maarif Bakanı Saffet Arıkan tarafından şu sözlerle duyurulacaktır:
“Atatürk’ün yüksek dehasından doğan ve kendi kutlu eliyle yaratılan tarih ve dil hareketi; bunlara bağlı olan arkeoloji ve coğrafya bilgileri için Ankara’da bir fakülte açılacaktır”(İktidar ve Tarih,Sh: 169)
Sözün altında yatan anlam, başka hiçbir yoruma mahal bırakmayacak kadar açık: Siyasi önderlik tarafından yeniden yaratılan tarih ve dil anlayışı herkesi bağlayıcı olmanın ötesinde, üzerine fakülte açıp bilim yapılacak kadarda önemlidir.
Demek ki dönemin Milli Eğitim Bakanının inancı bu doğrultuda imiş. Bu inanç üzerine bilim inşa edip “bilimsellik” anlayışını mücessem hale getirmek istemiş.
Böylece inşa edilen Türk Tarih Tezi ile Osmanlı-İslam- öncesi ve Tarih öncesi, efsanevi bir döneme gidilerek güçlü bir ‘ulusal bilinç’ oluşturmaya çalışılıyordu.
Fakat bu Ulusal bilinç, bırakalım Müslümanları, sınırlar dışarısındaki Türklerle dahi ilgilenmeyecek ölçüde ‘ulus-Devlet’ çerçevesi içerisinde var ediliyordu. Hatta bunu pekiştirmek için dört bir yanımızın dış düşmanlarla çevrildiği olduğu topluma empoze ediliyordu.
Böylece “dünya”, Batı’ya dikensiz gül bahçesi olarak kalırken; ülkemiz bünyesinde sonra patlayacak iltihaplara zemin hazırlanmış da oluyordu.