Nice sözler vardır ki ilk duyuşta doğruymuş gibi algılanır, bilgece söylenmişçesine bir kanaat uyandırır; fakat üzerinde biraz düşünülecek, kişi ve toplum hayatında oluşturduğu alışkanlıklar irdelenecek olursa, o sözün, bünyesinde çok büyük bir yanılgıyı hatta bariz bir yanlışı barındırdığı hemen fark edilecektir. Kanaatimce bu meyanda ki sözlerden biriside
“herkesin fikirlerine saygı göstermek” deyimidir.
İlk bakışta karşı çıkmak mümkün değilmiş gibi. Fakat altında küstahça bir umursamazlığı barındırıyor. Hakikate karşı takınılan lakaytlığı. En azından meraksızlığı aşılamak suretiyle insanda ki arama duygusunu yok ediyor, öğrenmeye olan açlığı törpülüyor.
Daha da kötüsü, insanın en varoluşsal organı olan kulağını işlevselsiz hale getiriyor. Dinleme yetimizin yok edildiği ortamda kulağın değerinden artık bahsetmek mümkün müdür? Kulağın önemini yitirdiği oranda yükü göz çekmek zorunda kalır. Kulaktan mahrum bırakılan gözler ise bizi bir tek noktada birleştirir: Gerçekliğin kaba varlığında.
Bu hal nasıl vücud buluyor? Birbirimiz arasında kalın duvarlar örmek suretiyle. Formülü ise çok basit: Sen benim fikrime, düşüncelerime, inancıma saygı duy, ben de seninkine.
Böylece aramıza kalın mı kalın duvarlar örelim ve oluşturduğumuz adacıklarımızda yaşayalım. İster fert olarak isterse cemaat, fark etmez.
Bu benim evvela fikrimi, inancımı test etme imkânımı elimden alıyor; etrafıma ördüğüm görülmez duvarların içerisinde güven içerisinde yaşıyorum. Zamanla, inancım veya fikirlerim bende, sınanmamanın vermiş olduğu kesinlik duygusunu oluşturuyor. Ben artık kesin inançları ve kesin düşünceleri olan bir insanımdır. Bu bağlamda çoktan unumu eleyip eleğimi asmışımdır; lakin hiçbir çaba harcanmadan ulaşılan bu halin “kof” olduğunu aslında herkes bilir. Yani şuuraltı ile pekâlâ farkındayım ki hissedilen bu kesinlik son derece yapay ve kırılgandır. Zira hiçbir delile dayanmaz. Arayıştan son derece yoksun, sadece yanı başımda yahut hâlihazır da bulmuşumdur, o kadar! Diğer bir ifadeyle ilk onunla karşılaşmış olmam yahut içerisinde bulunduğum sosyal çevre vasıtasıyla o fikir veya inancı edinmişimdir... Hiçbir çabam olmadan, bedel ödemeden bedava mülkiyetime geçirmişimdir.
İşte ben bu nedenle kulaklarımı iptal etme ihtiyacı hissederim. Yaşadığım sahte kesinlik, derinlerde güvensizlik ve kuşkular oluşturmuştur, bende.
Karşılaştığım aykırı kişiye ise cevabım hazırdır. “Lütfen birbirimizin fikirlerine saygı duyalım” Zira kafa konforumuzu bozmaya hiç niyetimiz yoktur.
Yaşanan sürecin ulaşacağı en acıklı nokta, hakikati araştırma duygusunun dumura uğramasıdır. Hakikat nerededir, kimin sözlerinde saklıdır, bunun artık hiçbir önemi yoktur. Hele birde yüklendiklerimiz menfaatimize ters değil, üstelik toplumun genel geçerleri ile sorunsuzsa o zaman bizden iyisi yoktur.
Artık rahatça gömülebiliriz yalıtılmış olan fikirlerimize, ideolojimize, mezhebimize, cemaatimize, inancımıza.
Hakikat mi? O da neymiş? Bizler zaten işin ta başından beri hakikate malik değil miyiz? Hem canım, herkesin fikrine/inancına/hakikatine saygı göstermek de gerekmez mi?
Kimse bunu
“benim dinim bana senin dinin sana”(109/6) ayeti ile sakın karıştırmasın. Ayette asla hakikate karşı bir umursamazlık değil, aksine hakikate delillerle sahip olmuşluğun eminliği içerisinde karşı yana bir meydan okuma vardır.’Dikkat et sen hakikat konusunda yanılıyorsun’ diye muhatabını uyarma kastı vardır.
Onu gömülmüş olduğu zindanlarından kurtarmaya yönelik bir çaba vardır: “Tarihi”, “sosyal” ve “kendisi” zindanlarından... “Senin” ve “Benim” lafızları birbirinden bağımsız ve ilişkisiz adacıklar oluşturmak için değil, muhatabına şok tedavi uygulamak içindir.
Zira hakikati aramak için yaratılan insanın hakikati ıskalaması halinde vereceği bir hesap ve sorumluluğu vardır.
Yaşanılan umursamazlık halinin Devlet bazında hayata geçirildiği en numune örneklerinden biriside eski Roma Devletidir.
Fakat ondan önce bir hatırlatmada bulunmanın elzem olduğunu düşünüyorum: Bütün bu anlattıklarım sakın ola ki birbirimizin fikirlerine saygısız ve kaba davranalım anlamında değildir.
Böyle bir ima ‘hakikat elinde en kalın sopa olanın sözüdür’ anlamına gelir ki bu durum sadece insana karşı değil, hakikatin bizzat kendisine yapılan en büyük saygısızlıktır.