Söze gelince herkes barıştan yanadır; iş ciddiye binince, insanlar tercih ile karşılaşınca durum değişir. Çünkü böyle bir vaziyette savaşı savunmak, barışı savunmaktan çok daha kolaydır. Kolaydır çünkü her şeyden önce risk taşımaz. Evet, üzerine basa basa söylüyorum. Bu coğrafyada ‘savaşı’ savunmak, ‘barışı’ savunmaktan çok daha kolay ve risksizdir.
Bu arada hatırlatmadan geçmek olmaz, barışı savunmak ayrıca bir vicdan işidir. Ama hangi vicdan? Çağdaş ideolojilerle kirlenmemiş, iğdiş olmamış, dumura uğramamış bir vicdan. Yani yaratılıştan getirdiğimiz doğal haliyle bize emanet edilmiş olan vicdan.
Çıkarın hiç birisi ile yani şahsi, zümrevi, siyasi veya ulusal hiçbirisi ile kirlenmemiş olan vicdan.
Bu coğrafyada barışı savunmanın riskli olması yakın tarihimizde yaşadıklarımızla doğrudan ilişkili. Şayet yakın tarihimizi yeterince yorumlayamaz ve tek cihetten bakmak suretiyle ezberlersek, en azından hayrımıza iş yapmamış oluruz.
Net ve açık yüreklilikle sıralayacak olursak:
1)Batı için ‘bir damla petrol bir damla kan’ kadar önemliydi. Petrol ise Osmanlı Topraklarındaydı. O zaman yapılacak iş bu İmparatorluğu parçalamaktı.
2)Parçalanması yetmiyordu. Coğrafyanın beyni olan İstanbul mefluç hale getirilmeliydi. Keza yine Halifelik gibi manevi kurumlar kaldırılmalıydı ki, Müslümanlar yeniden birlik hayalleri kurmaya kalkışmamalıydı.
3)Ulus ulus bölünen coğrafyada, cetvelle çizilen sınırlar kutsanmalıydı. Bunun için en iyi çözüm yolu, Ulusçuluk ve Ulusal Kahramanlar yaratılmasıydı. Her ulus asırlardır bir arada yaşadığı diğer tarafları kastederek “çevremiz düşmanlarla dolu” diye vehmedecek bu hayali düşmanlara karşı savaş verecekti. Uluslar hayali olunca düşmanları da tarihi mesnetten yoksun dolayısıyla hayali olacaktı. Böylece Batı petrollere el koyarken vermiş olduğu hisseyi de silah satmak suretiyle geri alabilecekti. Amiyane tabirle iş kaymaklı kadayıf olacaktı.
4)Sınırlar içerisinde de Müslümanlar rahat bırakılmayacak, devletlerin baskısı altında kontrol altında tutulurken çocuklarına eğitim kisvesi altında ulusal/batıcı/laik ideolojiler sistematik olarak verilecekti.
5)Bütün bunlar kifayetsiz kalabilirdi. Bunun için hayali ulusların içerisinde hepside Batı menşeli ideolojiler etrafında insanlar öbeklere bölünecek ve birbiri ile çarpıştırılacaktı. Dahası etnik farklılıklar kışkırtılacak, etnik temelli kavgalar çıkartılmak suretiyle çizilen sınırlar içerisinde dahi insanlar bir başlarına ve rahat bırakılmayacaktı.
İşte büyün bu nedenlerden dolayı bu coğrafyada barışı savunmak son derece zordur. Savaş naraları atarsan makbul insan olursun, barıştan söz edersen en iyi ihtimalle kandırılmış olursun. Fakat hain ilan edilme ihtimalinde hiç uzak değildir.
“Hain” iğreniyorum bu kelimeden... Günümüzde en iğrenç, en pespaye ve en ucuz suçlama ve susturma malzemesi. Ayrıca “hain” ilan edilenlerin “behemehâl kafalarının koparılması” da yabancısı olmadığımız bir vakıa.
Sakin bir şekilde düşünür, yani o methetmekten başka asla kullanmadığımız, dolayısıyla faydalanmadığımız aklımızı biraz çalıştırırsak görürüz ki bize yutturulan bütün ideolojiler aslı olmayan, hayali, hamasi ve tarihi geçmişimizden yoksun birkaç efsunlu söz veya slogandır.
En önemlisi bizlerde özgüven namına hiç bir şey bırakmamıştır. Zihin bazında kendimizi Batı karşısında “lekeli” görmemizi sağlarken, pratik olarak da bütün enerjimizi birbirimize karşı kullanmamıza sebebiyet vermiştir. Sanki kurulmuş birer kuklalar gibiyiz. Yönümüz hep Batı’ya doğru ama giderken hep birbirimizle uğraşıyor ve didiniyoruz.
Batıdan tercüme ettiğimiz(resepsiyon) hukuktan tutunda iktibas ettiğimiz sosyal bilimler ve tarih felsefesine kadar hiçbir sosyal disiplinimiz özgünlük göstermiyor. Batı’dan sahiplendiğimiz ezberlerimizle hayatımızı devam ettiriyor, kendimizi anlamaya çalışıyor, sorunlarımıza çare arıyoruz.
Kütüphanelerimiz bize bizi anlatan kitaplarla ağzına kadar dolu ama elimize aldığımız herhangi bir kitabı okuyamıyoruz. Okuyamıyoruz çünkü yazısını bilmiyoruz. Ne garip değil mi daha yazısını dahi okuyamadığımız bir Millete güzellemeler düzmeye gelince hiç birimiz mangalda kül bırakmıyoruz.
Evet, dostlar, işte bunun gibi sebeplerden dolayı barışı savunamıyoruz, çünkü bu coğrafyada kullanılacak barış sözü dünya-sistem için potansiyel bir tehdit içeriyor.
Bu nedenlerle hep ölüyor ve ölümü kutsuyoruz...