“Pandemi önlemlerine dikkat edelim, evde kalalım” diye gece gündüz ekranlarda boy gösteren ünlülerin
halkın kısıtlı olduğu saatlerde bile otellerde, kayak keyfinde olduğunu izleyenler ne hissediyorlardır
acaba? Küçük esnaf evine ekmek götüremezken büyük şirket sahiplerinin karlarını katlayarak artırmaları
da gözlerden kaçmıyor. Dizilerde, yarışma ve yemek programında bile sanatçılar maskesiz hep birlikte
gülüp oynarken yalnızca orkestranın ve aşçıların, maskeli olması imtiyazlıların pandemiyle alakasının
olmadığı izlenimini vermiyor mu?
Bilim kurulu uzmanlarından bazıları her çıktığı programda “Sakın evinizden çıkmayın” derken hafta
sonlarını ABD’de ailesiyle geçirdiğini söylemeleri de çok çelişkili ve gülünç gelmişti. Aşı konusunda
yaklaşımlar tuhaf. Aşıların güvenilirliğini halka ispatlamak yerine “Onları seyahat, eğitim ve alışveriş gibi
tüm hizmetlerden mahrum bırakalım ki aşı olmaya mecbur kalsınlar” diyerek bilimsellikten uzak zorba bir
metodu öneren bilim adamları oldu. “Köpekler nasıl düzenli aşılanıyorsa insanlar da olacak” diyen insanı
hayvanla bir tutan zihniyetlerin faşist hezeyanlarına da şahit olduk.
İnsanlar genel olarak aşıya karşı değiller. Hiç bir güvence vermeyen, sorumluluk almayan aşı şirketlerinin
milyon dolarlar kazanarak ürettikleri ve sattıkları aşıların olumsuz sonuçları olabileceği endişesini
taşıyorlar. Sinovac’ın aşısının koruyuculuğunun %50, Pfizer/BioNTtech aşısının da Brezilya ve Güney
Afrika mutasyonunda başarısız olduğu, İsrail’de yüksek aşılamaya rağmen vaka sayılarında patlama
olduğunu duyuyoruz. Bu ve benzer nedenlerle insanlar yerli aşının üretilmesini beklemeyi ya da hiç aşı
olmamayı tercih edebiliyorlar. Onları akıl ve bilimden uzak, cahil ve komplocu kitle olarak suçlamak ve
dışlamak da cehaletin bir göstergesi. Çin oyuncaklarına, Çin sarımsağına karşı bile temkinli olup gözü
kapalı Çin aşısına güvenmeyi telkin etmek nasıl bir aklın ürünü. Özgür düşünce, ifade hürriyeti, insan
hakları, hasta hukundan bahseden koca koca profesörlerin konu pandemiye gelince “Söyletmen, vurun”
yaklaşımı hiç de insani değil. Bu konuda da gönüllülük esas olmalı. İsteyene istediği tür aşı vurulmalı,
istemeyen zorlanmamalı. Pandemi tedbirleri de geçim derdinde olan küçük esnafın omzuna
yüklenmemeli. Aracında tek başına seyehat edene maske sormak, 65 yaş üstünü çalışıyor olsa bile
otobüsten indirmek tedbir değil eziyettir...
Ve Karneler Alındı...
Evde dört çocuğu uzaktan eğitim alan bir veliyim. Kızım liseye, iki oğlum üniversiteye küçük oğlum da
ilkokul 1.sınıfa gidiyor. Büyükler başının çaresine baksa da küçükle işimiz hiç kolay değil. Laptopun
başında oturup ders dinlemek hiç ona göre değil. Yanından ayrıldığımız an hoplayıp zıplamaya, Battal Gazi
gibi divandan divana uçmaya başlıyor. Okulda olsa belki bu kadarına cüret edemez ama “nasılsa
evdeyim” diye düz duvara tırmanıyor. Zira yaşı da diğerlerinden ufak.
Öğretmenlerin işi de hiç kolay değil. Yüzyüze dikkatleri daha kolay toplayabilecekken evde ailesinin
yanında olduğunun bilinciyle fazla rahat hisseden talebeyle ekrandan iletişim zorlaşıyor, buna rağmen
derslerini en iyi şekilde öğrencilerine anlatma derdindeler. Biz veliler çocukları okula gönderince rahattık.
Şimdi yanıbaşında oturup “takip et, yaz, oku, dinle ,zıplama, uyuma” diye sürekli komut vermekten helak
olduk. Ne yalan söyleyeyim, diğer çocuklarım hangi harfi ne zaman okudu, öğrendi,hiç haberim
olmamıştı. Ama dijital dünyaya doğan küçük oğlumla sil baştan ABC’yi, okumayı,toplama, çıkarmayı
öğrendik ve ilk karnesini aldık.
Temennimiz bir an evvel yüzyüze eğitimin başlaması. Göz görmeyince gönül katlanırmış.Talebe
çalışmasının da çalışmamasının karşılığını kendi almalı. Sorunlarıyla kendisi yüzleşmeli. Derse yani ekrana
zorla çocuk odaklamak hiç bize göre değil...