En acı çığlıklar... Beton yığınlarının arasında sesinin duyulmasını, kurtarılmayı bekleyen genç, yaşlı, çocuk bir sürü hayat... Ve dışarıda endişeli bakışlar, bekleyişler. Binlerce yıkılan bina... Bazen göçük altından inleme şeklinde cılız bir ses, bazen de AFAD kurtarma ekiplerinin enkaza doğru gönderdiği o bilindik ses:
-Sesimi duyan var mı?!!
Enkazdan kurtulanların sevinmeyi unutup ölen yakınları için gözyaşlarına boğulduğu anlar...
Kızımın üniversiteli okul arkadaşlarından da vefat edenler oldu. Yarıyıl tatili için memleketinde ailesiyle buluşup hasret giderdikleri bir tatil gecesi evleri yerle bir olurken gençlerin oracıkta can vereceğini hiç kimse bilemezdi...
Bir babanın göçük altında vefat eden evladının buz gibi elini sımsıkı tuttuğunu yanından ayrılmadığını görüyoruz. "Kızıma ev aldım sanmıştım, meğer mezar almışım." diye ağlayan bir anne... 70-80 saat sonra göçük altından "Sakız, çikolata istiyorum." diyerek çıkan çocuklar... Evet o mucizeler ayakta tutuyor orada çabalayan fedakar insanları. Kesici soğukta, karda enkaz başında tavaf eden kadınlar, erkekler yakınlarından bir ses duyabilmek ümidiyle beklemeye devam ediyorlar.
100.000 km karelik bir alanda 100 bin insanımız görevli. Bununla birlikte gönüllü olarak bölgede yapılan çalışmalara katılmak için bölgeye koşan çok fazla sivil toplum örgütünden insanlarımız var. Ancak buna rağmen yıkılan binlerce enkaza yetişmek yahut kurtarılan insanların barınma, ısınma ve beslenme ihtiyaçlarının tamamını karşılamak mümkün olmayabiliyor. Enkaz başında yakınları için feryat edenlerin haklı çırpınışlarını elbette anlıyoruz. Lakin oturduğu konforlu sımsıcak odasında yumuşak koltuğunda "Neden şu yok, bu yok?" diyerek suçlu ve sorumlu arayanların siyasi hesap peşinde koştuğu aşikar. Bunun yerine "Ben ne yapabilirim, böyle bir günde nasıl bir faydam olabilir?" diye herkes önce kendine sormalı ve "Çorbada benimde tuzum bulunmalı." diyebilmeli.
Pek çok komşu ve uzak ülkelerden milletimizin acısını paylaşmaya yönelik destek mesajları ve yardımlar gelirken Fransız Charlie Hebdo dergisi, depremlere ilişkin sosyal medyada nefret suçu teşkil eden paylaşımda bulunarak İslamofobik yüzünü birkez daha gösterdi. Yıkılan binalar ile devrilen bir aracın bulunduğu çizimin üstüne "Tank göndermeye ihtiyaç kalmadı." yazarak Türkiye'yle alakalı iğrenç emellerini gün yüzüne çıkarmış oldu.
Felaketlere sevinmek, insanlığın perişan hallerinden haz duymak hastalıklı yaratıkların ve toplumların işidir.
Yangınlar, seller gibi deprem de Allah'ın takdiri... Ancak fay hatlarının bulunduğu, elverişsiz yerlere yüksek binalar dikenler, malzemeden çalarak insanlara yuva diye mezar yapan müteahhitler, işini dürüstçe yapmayan yapı denetçileri iki cihanda da hesabını verecek, vermeli...
Depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar dilerken Hz. Musa'nın yakardığı gibi içten duamızı da eksik etmeyelim diyorum:
"Rabbim, bize indireceğin her türlü hayra muhtacız. Bize merhamet et."