Seksenlerde, rahmetli Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde çekilmiş olan Kemal Sunal filmleri vardı. Az bir maaşla belini doğrultmaya çalışan, bakkalın, manavın, kasabın önünden bir türlü geçemeyen, kavanozdaki tek zeytin tanesiyle konuşan yoksul adam... Bugün medya aynı senaryoları, aynı maksatlarla yeniden gündeme taşıyor.
Hayat pahalılığı yok, herşey ucuz, tüm haberler yalan demiyorum. Aksine, evet yoksul insanlar için hayat epeyce zorlaştı. Ancak "Pandemi önlemleri en katı haliyle tıpkı Çin'de uygulandığı gibi uygulanmalı" diyen ekonomiyi kilitlemeye çok hevesli sözde profların, gazetecilerin parlak fikirlerinin eninde sonunda böyle bir sonuç getireceği gün gibi aşikardı. Buna karşı çıkanlar komplocu ilan edildi. Yapay et üretelim, hayvancılığı yok edelim, hastalıklı hayvanları itlaf edelim diyenlerin amacı da aynı. Ekonomiyi bitirmek...
Gençlere, ekonomi bitti, zam üstüne zamla herşey pahalandı, bir meslek sahibi olmanız imkansız, eskaza bir işiniz olsa bile yurt dışına gidip kendinizi kurtarmazsanız kiranızı ödeyemeyecek ve sefil bir hayat yaşarken ölüp gideceksiniz fikri bilinç altına özenle işleniyor. Bunu hergün medyada ve cepten cebe dolaşan videolarla görüyoruz.
İşin garip ve komik tarafı yurt dışına gitmek özendirilirken yurdumuza göçmüş olanların kaypak, korkak olması, vatanında kalıp canlarını feda etmemesi yönüyle eleştiriliyorlar. "Ekonominin bitmesinin en önemli sebeplerinden biri mültecilerdir." mesajı da ince ince veriliyor. "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayasızlığı emreder... " ayetinde olduğu gibi Şeytan fakirlikle korkutmakla kalmıyor, insanların ırkçılık damarlarını da kabartıp "İşte senin işsizliğinin ve yoksulluğunun temel nedeni bunlar." diye fısıldayıp Müslüman tüm kardeşlerimizden nefret etmemizi sağlıyor. Doğal gazı yetmediği için vatandaşlarına kışı geçirmeleri maksadıyla Antalya'ya gitmeye teşvik eden Almanya'ya karşı içinse vesvese vermeye gerek görmüyor. "Onların dövizine ihtiyacımız var." diyerek sempati duymamızı bile sağlıyor. Oysa doğduğum şehir Nürnberg'te ben çocukken okula gidip gelirken, annemin içi hiç rahat değildi. Naziler Türk ve Müslüman olduğumuz için benim çocuklarıma da zarar verirlerse diyerek hop oturup hop kalkardı, biz eve dönünceye kadar. Aynı dine mensup olmamamıza rağmen gözlerinin içi gülerek bize şefkat gösteren Alman komşularımızı ise hâlâ hayırla yad ediyorum. İnsan her yerde insandır...
Tarihi, mesnedi belirsiz, sınırdan akın akın giren Afganların videoları, Pakistanlıların taciz görüntüleri... Suriyelilerin, Katarlıların kiraladığı ya da satın aldığı konutlar vs. Üstüne Arapça esnaf tabelalarıyla dolu, işgal edilmiş(!) şehirlerimizin resimleri yerleştiriliyor. Yıllardır İngilizce tabelalı kafelerden rahatsız olmak bir yana gençlerin o tip mekanlarda daha rahat ve özgür hissettiklerini bilmelerine rağmen. Algı oyunu burada bitmiyor tabi ki... Arapça'dan ve Müslüman milletlerden nefret ettirilen gençler İslam'la alakalı herşeyden sıtkı sıyrılıyor. "Kul hakkı yiyen sakallı gördüm ateist oldum. Başörtülü ahlaksız gördüm, deist oldum." sloganları beyinlere kazıtılıyor. Tıpkı yine Özal döneminde çekilmiş olan filmlerde köyünü aydın öğretmene karşı kışkırtan, sakallı, cahil, yobaz ve düzenbaz hacı amca tiplemeleri gibi. Ve yine Aziz Nesin'in, Reşat Nuri'nin romanlarındaki ideolojik, anti İslamist mesajlar veren kahramanları gibi...
En çok dolaşımda olan yazı ve videolar, zamlar, mağdur insanlar, mülteciler, haramzadeler, yiyiciler, hoca kılıklı şarlatanlara kızıp dinden çıkanlarla alakalı. Hiçbiri zengine kızıp paradan soğumuyor. Yine ne hikmetse dünyayı elinde oyuncak eden, insan hayatını hiçe sayan, sömüren Bill Gates, Elon Musk, Joe Biden gibilere kafası bozulup onların dininden, dilinden, parasından, alfabesinden, tabelasından uzaklaşmıyor.
Muhalefetin bizzat organize ettiği görüntüler ulaşıyor telefonlarımıza yahut sosyal medyada gürül gürül paylaşılıyor. Bu videoları işsiz, açlık çeken insanlar değil aksine pandemi döneminde kârı artarak katlanmış bazı şirketlerin sahipleri sahipleniyor ve halka ulaştırıyorlar. Özellikle ilk defa oy kullanacak olan gençler arasında elden ele dolaşıyor. Peki bu algı operasyonlarına karşı muhafazakar siyasetçiler ne yapıyor? Medya doğru amaçlar için kullanılabilse kaç milyon genç umutsuzluktan, deizmin, ateizmin pençesinden kurtulabilirdi kim bilir. Buram buram hamaset ve milliyetçilik kokan kaba saba birkaç tarihi diziyle bu iş olmaz. Elinde medya kanalları var mı, var. Her türlü teknoloji, imkan, oyuncu var mı var. "Ee ne duruyorsun, bir film yapsana" deyince tık yok. Halbuki yeni nesle ulaşmanın belki de tek yolu bu...
İktidar, medyayı etkili kullanamıyorsa sosyal medyayı en iyi şekilde kullanması, zihnen işgal edilen gençlere kısa videolarla ulaşması, tüm meselelerin çözümünü sunması ve onların soru işaretlerini ikna edici bir şekilde gidermeleri gerekmez mi? Ne yazık ki bazılarının siyasetten anladığı ve paylaştığı tek şey şu ki: "Ben Ayşe'ye gittim, Fatma bana iade-i ziyarete geldi. Ahmet'i makamında ziyaret ettik. Mehmet de bizim makamımıza geldi. O benim doğum günümü kutladı, ben de onun börtü böcek gününü, bitki haftasını kutladım vs."
Elimizde tüm imkanlar varken bunları kullanamadığımızda çok büyük vebal var. Köpekler çocukları ısırıyor, öldürüyorsa köpekler, barınaklara toplanmak zorunda. Mültecilerin içinde suç işleyenler varsa cezalandırılmalı yahut sınır dışı edilip masum mültecilerin linç edilmesi önlenmeli. Dünya genelinde ekonomik kriz olsa bile vatandaşın yükünü hafifletmek, üretimi artırmak gerekli. Gençler dini suistimal edenlerden dolayı İslam'dan uzaklaşıyorsa din istismarı önlenmeli ve doğru ilim adamları yetiştirilmeli. Hastanelerde doktorlar iş bırakıyor, yurt dışına kaçıyorlarsa sağlık sistemi yeniden gözden geçirilmeli. Yani sorun yok demek sorunları çözmez.
Peki millete düşen bir vazife, sorumluluk yok mu? Elbette var. Dünya genelinde virüs bahanesiyle kasıtlı olarak başlatılan, sıcak savaşlarla devam ettirilen, belki kıtlık aşamasına kadar götürülmek istenilen bu krizde denize düştük deyip, yılana sarılmamak. Yani dünya yansa kayak yapacak, kıyamet kopsa balık yiyecek tiplerden medet ummamak. Kendi insanına yol göstermeye, nasihat etmeye, destek olmaya devam etmek...