Eskiden bir hâkim medeniyet vardı, birde zayıf medeniyetler. Cılız ama yaşayan, nefes alıp veren medeniyetler. Günümüzde ise hâkim medeniyet yok. Tek medeniyet var: Batı medeniyeti. Bir de Batı’nın öldürdüğü diğerleri yani medeniyetler mezarlığı.
Fukuyama bu mezarlığa şöyle bir gururla bakıp “
Tarihin sonuna geldik” dedi. Artık son nokta kondu, insanlık en mütekâmil adımını ‘Batı’ vasıtasıyla attı; Kapitalist Batı Demokrasisinin üzerine yaşanacak deneyim kalmadı, diyerek tarihin bittiğini ilan etti.
Aklı sıra Batı’nın nihai zaferini ilan edivermişti.
Ama
Samuel Huntington Fukuyama kadar gözü kapalı değildi. Acele etmeyin diye ikaz dahi etmişti. Sanıldığı gibi henüz daha bütün medeniyetler ölmemişti. Komada olsa da hayatiyetini devam ettirenler vardı. Ve bunlar içerisinde özellikle İslam medeniyeti ileride Batı’nın başını ciddi ciddi ağrıtabilirdi.
Bu aynı zamanda şu anlama geliyordu: Batı’nın gerçekleştirdiği medeniyet projesi sanıldığı gibi kusursuz değildi. Pek çok açığı, hatası, yanlışı, kısacası yumuşak karnı vardı. Bu cepheden alacağı darbeler ile pek ala sarsılabilirdi.
Peki, Batının yumuşak karnı neresiydi? Bu sorunun cevabının aynı zamanda, İslam tarafından insanlığa sunulan teklifin, günümüz insanlığının elzem ihtiyaçlarını da ihtiva ettiği gerçeğinin teyidinden başka bir şey değildi.
Mestroviç ‘Uygar Barbarlık’ isimli kitabında Batı’nın en büyük eksiğinin merhamet olduğunu söyler. Haksız da değildir hani. Neredeyse Batı, Merhamet ile ilgili ne varsa kökünü kazımaya azmetmiş gibidir. Yaptıklarıyla, teorileriyle ve felsefesiyle! Evet, felsefesiyle; merhamete düşman felsefe deyince insan Nietzsche’yi anmadan yapamıyor doğrusu.
Elbette ki Batı’nın tek yumuşak karnı merhamet değil. Tanrıya karşı lakaytlık belki de insanlık için kazılmış en bedbaht çukur. Sekülarizm modern insanın kendi elleriyle ruhuna yaptığı kopkoyu bir zindan. Sonra? Çıkara dayanan ölçme-biçme, adaletsizlik, kupkuru akılcılık ve ahlaksızlık... Evet, bütün bunlar Batı’nın koyduğu düzenin yumuşak karınları.
Ve işte bu nedenlerle Huntington geleceğin dünyasını medeniyetler savaşı ile okuyor ve İslam Medeniyetini Batı’nın amansız rakibi olarak görüyordu. Görüyordu çünkü Batı’da eksik olan ne varsa Müslümanların medeniyetinde o ziyadesiyle vardı.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Sasakawa Vakfınca düzenlenen bir konferansa katılır ve
“ anlaşmazlıkları nasıl çözeceğiz? Daha çok silahı olan mı kazanacak, atom bombasını atıp Hiroşima’yı, Nagazaki’yi yok edenler ya da sarin bombası atıp kendi şehirlerini yok edenler mi çözecek?” diye bir soru sorar.
Aslında bu soru Batı’nın temellerine karşı yöneltilen bir itirazdır. Tıpkı
“dünya beşten büyüktür” sözünde olduğu gibi.
Haberin devamında okuyoruz ki Japonya’da işler pek öyle pürüzsüz yürümemiş. Gazeteciler iki Japon gazetecinin katledilmesinin Japonlar üzerinde bıraktığı etkiyi sorunca Kurtulmuş şöyle cevap verir:
“Bu insanlık dışı, barbarca, terörist faaliyetin vermiş olduğu zarar, tahminlerin çok ötesinde. Japon kamuoyunda oluşmuş çok güzel bir İslam’a karşı sempati, bir anda tam tersi bir antipati noktasına gelmeye başlamış. Bunun da önlenmesi için Japon muhataplarımızla neler yapılabilir, bunlar üzerinde ayrıntılı olarak konuştuk” cevabını verir(Diriliş Postası. 17 Mart 2015. Sf:12)
IŞİD’in ne işe yaradığı bu cevapla açıkça anlaşılmıştır, sanırım. Avrupa’da ezilen azınlıkların devşirilen çocukları cihat adı altında İslam Coğrafyasına gönderilir. Bir yandan Müslüman’ın Müslüman’la savaşının temelleri atılırken,diğer yandan, Batı en büyük rakibinin gönüllerdeki konumunu tepetaklak eder.
Ve adeta insanlığa şunu söylemeye getirir:
Bu mu benim akıl düzenime merhamet aşılayacak olan İslam. Japonya: Batı’nın maddi medeniyetinin fotokopisi! Yani hiçbir zaman rakip değil, iyi bir takipçi. O’nun İslam’a olan sempatisi ise bu medeniyetin kifayetsizliğinin göstergesi. İnsanlığın arayış isteğinin sonlanmadığının en büyük delili.
IŞİD ve benzeri örgütler ise bu arayışın önüne konulan en zalim tuzak.
Peki bütün suç IŞİD’ın mı?
Bu tür örgütlerden beri olduğunu açıkça ilan edemeyen ümmetin hiç suçu yok mu?
Öyle sanıyorum ki, Efendimiz Hazretlerine yapılan her çirkin saldırıda gösterilen şiddet dışı tepkilerin aynısı, bu tür örgütlerin işlediği cinayetlerde de gösterilmeli. Çünkü karikatürler aslında Batı’yı küçültürken bu örgütler insanlığın geleceğini karartıyor.
Bu nedenle bu cinayetler Müslümanların çok daha açık bir tepkisini hak ediyor.