Tamam, hırsızlık ve yolsuzluk çok kötü; buna hepimiz karşı çıkalım; faili kim olursa olsun asla göz yummayalım.
Buraya kadar hiçbir problem yok!
Problem nerede? Bence serinkanlı düşünmememizde! Olayın arkası ve önünü göz ardı ettiğimiz gibi, odaklandığımızı sandığımız olayın kendisinde bile gerekli mantığı yürütmediğimizde!
Geçen gün bir dostum sordu? “Abi bulunan bu paralar kimin?”
Haklıydı! Gerçektende bu paralar kimindi? Kimse sahiplenmiyordu. Ne Halkbank benim diyordu, ne de devlet.” Sence bu biraz garip değil mi?” diye sordu dostum. Gerçekten de haklıydı.
Sonra düşündüm: “Yoksa bu paralar bir şekilde dışarıdan gelmiş paralar olmasın” diye sordum. Diğer bir gariplikte, evin içinde onlarca ayakkabı kutusuna konulmasıydı. Kendimi banka müdürünün yerine koydum. Yolsuzluk mahsulü paraları ben evin her tarafına yayılmış ayakkabı kutularının içine koyar mıydım? Üstelik bir bankanın genel müdürü olarak; para ile ilgili ilişkiler üzerine meslek icra eden bir kişi olarak.
Asla! Ayakkabı kutuları ya bir mizansendi, ya da o paralar şimdi konulmuş olup en kısa zamanda ilgili yere nakledilecekti. Zaten Makedonya’ya gönderileceği ifadeleri geçti. Yahut kayıt altına alınacaktı. Dostumun dediğine göre para geldiği an kayıt alına alınırmış, zira gün içersindeki hareketler pek kolayca izlenebiliyormuş.
Dostum bana: “Abi ayakkabı kutusu, konuya mizahi boyut katmak suretiyle hafızalara daha da yerleşmesi için” dedi. Bende kendisine “desene o kutuların içine konan para değil de, yoksa bizlerin aklı mıydı” diye sordum.
Güldü ve izaha başladı: İran dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz üreten ülkesi, ama ABD ve İsrail ambargo uyguladığı için sattığı mallarının parasını alamıyor. Daha doğrusu İran’a ödenmesi gereken paralar ABD’de bir bankanın İran adına açılmış bir hesabında toplanıyor. Ve İran’a transferine fırsat verilmiyor.
Güldüm, “peki o paralar ne oluyor?” diye sordum. Dostum “İran ancak Batı’nın mallarını alabiliyor, böylece para Batı’da kalıyor” dedi. “Oh ne güzel soygun” diye içimden geçirirken dostum bana “ İran’a her istediği mal da verilmiyor ha, sadece ambargo dışında kalan mallar veriliyor!” demez mi?
Şaşkınlıkla “ne gibi?” diye sordum. Oda bana “çocuk bezi, oyuncak, parfüm, cep telefonu gibi” dedi.
Peki, “bunun bizle alakası ne?” diye sordum. Oda hükümet Batıya karşı “biz Irak savaşında çok zarar gördük bu zararımızı karşılayın” diye bastırınca bize bir imtiyaz tanındı, İran’ın paraları Halkbank’da ki hesapta toplanmaya başlandı. İran bu parayı da alamıyor, altın olarak veriliyordu dedi.
Devamla “İbrahim Karagül’ün yazısını okumuşsundur” dedi. Bende “şu Irak Kürt bölgesi ile yapılan anlaşmaya dair yazısını mı?” diye sordum; “evet” deyince “okudum” dedim.
Mesele yine petrol paraları ile ilgiliydi. Kuzey Irak’tan çıkan petrolün parası hangi bankada yatacağı konusu ABD ve Türkiye arasında tartışmalara sebebiyet vermişti. Çünkü işin ucunda çok tatlı bir komisyon miktarı vardı. Türkiye Kuzey Irak ile yaptığı anlaşma neticesi paralar Halkbank’a yatar olmuştu. Yani ABD’ye çalım atmıştı...Buda tam tamına 16 milyar dolara tekabül ediyordu.
Dostum bana.”Halkbank üzerinde yaşanan küresel operasyon sebepsiz değil” diyerek, çıkardığı sigarasını hüzünlü bir şekilde yaktı.
Aklıma ABD’nin Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone’nin yolsuzluk iddialarını kastederek “imparatorluğun yıkılışını seyredeceksiniz” şeklindeki basına yansıyan sözü geliverdi.
Gerçi yalanlanmıştı ama doğrulanması zaten mümkün değildi ki!
Ben dostuma seçilen “imparatorluk” kelimesini çok manidar bulduğumu söyledim. Ak Parti değil, iktidar değil, diktatörlük değil, yıkılan imparatorluktu.
Evet, neden imparatorluk? “Bu sakın Batı’nın şuuraltının nüksetmesi olmasın?” diye düşünürken bu seferde aklıma rahmetli Erbakan döneminde “Türkiye’ye bavulla paralar geliyor” şeklinde çıkarılan yaygaralar geliverdi. O zaman da aklımızı bavula takmışlardı.
Şimdide ayakkabı kutusuna! Ben yine, dürüst olmakla birlikte birazda serinkanlı olalım ikazımı tekrarlıyorum Duygularımızın yanında biraz da aklımıza müracaat edelim.
Çünkü Halkbank meselesi milli bir mesele; yani hangi görüşten olursak olalım hepimizin meselesi...