Roma Devleti tam da böyle bir zindandı. Orada hakikatin hiçbir ehemmiyeti yoktu. Mühim olan kurulmuş olan dengeydi. Denge bozulmasın istikrar sürsün, gerisinin hiçbir önemi yoktu.
Romalı yurttaşlar bu hususa çok dikkat etmeliydi. Hiç kimse hakikati araştırmamalı veya hiç kimse bir diğerine bir şeyler teklif etmemeliydi.
Aksine bir tutumun neticesi ise belliydi. Mahkemece yargılanma, akabinde de diri diri yakılma yahut arenalarda aç aslanların önüne atılarak parçalanma.
Üstelik Romalı vatandaşların zevk dolu bakışları arasında;
“sana mı düştü hakikati aramak veya anlatmak, madem sen Roma tarafından kurulan dengeyi tehdit ettin, tat şimdi bakalım o elem verici azabı” demek istercesine.
Roma aykırı insanları kitlelerin önünde öldürerek onları eğlendiriyordu. Avutmakla kalmıyor ayrıca onları eğitiyordu da.
Romalı vatandaşlar Devletin kendilerine sağladığı bu ayrıcalığa(!) gönüllü olarak iştirak ediyordu.
Zira onlar Roma Cumhuriyetinin Vatandaşlarıydılar. Vatandaş olmanın “insan” olmanın önüne geçtiği acıklı bir halin tezahürüdür Roma düzeni ve barışı anlayışı.
Formül çok basit: Ortada bir İmparator vardı; Tanrı mesabesinde bir imparator, birde devlete hâkim sınıfın oluşturduğu yasalar. İşte bu ikisine karşı asla saygısızlık yapılmamalıydı. Bunun mukabilinde onların tanrılarına da hürmet edilecek tapılacaktı. İlhak edilen yerlerin halkları Roma vatandaşlığına geçerken tanrıları da Romanın panteonunu dâhil ediliyordu. Küçük Asya’daki Kibele, İran’daki Mitra, Mısır’daki Isis ve Serapis, Kartaca’daki Tanit... tüm bu tanrılar ve onların kültleri Roma’ya geldi ve hepsine tapıldı.(Simon Baker. Eski Roma. Say Yay.2012. sy:321)
Aslında verilmek istenen mesaj belliydi: Roma o kadar büyük ve güçlü ki eski düşmanlarının tanrıları bile şimdi Roma için çalışıyor... Peki ya hakikat? Adam sende Roma’dan daha büyük hakikat mi vardı ki, her şey Roma ve İmparator için değil miydi?
Bu bağlam da Yahudilerin Yehova’sı, yahut Hıristiyanların Tanrısı “tek” olabilirdi? Bu onların bileceği bir işti. Bu konuda özgürdüler. Fakat bir şartla: diğer tanrılara da hürmet göstermek şartıyla!
Kurulan dengeleri asla bozmamak şartıyla!
Aksine bir tavır, yani Tek Tanrı fikrini yaymaya kalkmak, tebaanın diğer kısmının tanrıları ile uğraşmak, onları iptal etmeye kalkmak, geçersiz/boş/batıl olduğunu tebliğ etmek; işte bu kurulu Roma düzeni için kelimenin tam anlamı ile başkaldırmaktı. Katiyen affı mümkün değildi.
İşin komik tarafı, Tek Tanrı savunucuları Roma yasalarını uygulayan yargıçlarca hangi suçlama ile takibe alınırmış biliyor musunuz? Dinsizlik propagandası ile( Albert Bayet. Dine Karşı Düşüncenin Tarihi. Varlık yay.1970. Sy:41) Onların nezdinde paganizm karşıtı bir tebliğ dinsizlikten başka bir şey değildi.
Hıristiyanlar, farklı dine sahip oldukları için değil, İmparatorluk sınırları içerisindeki saygın bütün o tanrıları ve tanrıçaları inkâr edip aşağıladıkları için yıllar boyu süren takibat işkence ve zulme maruz kalmışlardır.
Roma’da Kurulu dengeyi/düzeni/ideolojiyi sorguladıkları için öldürülmüşlerdir. Çünkü onlar hakikati insanların gündemine getirmekle, aslında, Romalı olmanın iktiza ettiği ne varsa hepsini reddediyorlardı. Pagan inancın, mevcut düzenin aslı olmayan boş isimlendirmeleri olduğunu söyleyerek Roma düzenini dışlamış oluyorlardı.
Put kırıcı oldukları için Romalılar Hıristiyanlardan nefret ediyorlardı. Çünkü onların Tek Tanrısı imparatorun ve hakim sınıfın çıkarlarını tehlikeye sokuyordu...Aynı şekilde tanrılar üzerinden kurulan dengeyi de berhava etme potansiyeline sahipti.
Ya bu düzen ne bahasına olursa olsun korunacak ve Roma “hakikat” için insanların hapsedildiği bir zindan olacaktı.
Yahut hakikat insanların bilgilerine sunulacak ve fıtratları gereği insanlar Romanın putlarını yüz üstü devirecekti.
Roma, İmparator Konstantin’e kadar ilk şıkkı seçti. Sonra putları kırdı. Ama “Devlet” putu müstesna...
Yani hakikat kendisi için değil, bir şey için kabul edilmişti.
Bunun, reddetmekten pek de farklı olmadığı yerleşen Teslis inancı ile anlaşılacaktır.