“İlerleme” saplantısının bir inanç olduğundan söz ettik. Modern bir inanç; akıl sosuna batırılmış bir inanç. Peki, bu mitin kaynağı ne? Bilimsel ilerleme ile bire bir alakalı olduğu için bu konuda bilimsel çalışmaları mı suçlayacağız. Yahut bilimsel faaliyetlerin durdurulmasını mı talep edeceğiz?
Asla! Sorunun yanıtı bu inancın kaynağında gizli! Kaynağı da insan Yani: ilerleme miti insanın yaptığı sonrada taptığı bir put.
Mademki insan icadı, o zaman soruyu insana tevcih etmek lazım. İnsan nedir? İnsan’ın mahiyeti hakkında verilen cevaba göre, insanların yapıp-etmeleri değişecektir.
John Gray bir kitabına
Alexander Herzen’den yaptığı bir alıntı ile başlar:
“İnsanlık” sözcüğü çok uygunsuzdur; belirli hiçbir şey ifade etmez, tek yaptığı bütün mevcut kavramlar kargaşasına alacalı bir tür yarı tanrı eklemektir.(El Kaide. Modern olmanın anlamı. Sf:1)
Ne kadar düşündürücü ve bir o kadar da ıstırap verici bir cümle değil mi? Hatta bir o kadarda gerçekle burun buruna gelmenin insanın içerisinde doğurduğu kaygı.
Gerçekle yüzleşeceksin, fakat kaygı duyacaksın. Hâlbuki olumsuz bir gerçek karşısında duyulması gereken kaygı değil korku olmalı. Korku duyulmuyor, sebebi ise yüzleştirildiğimiz gerçeğin bizi belirli bir nesne ile muhatap etmemesi. Nesnesi olan şeyden korkulur. Ama gerçek bizleri bir belirsizlikle, bir muamma ile baş başa bırakıyorsa, bu olumsuzluk karşısında sadece kaygı duyulur, korku bile değil.
İşte işin ıstırabı da burada olsa gerek...
Hiçbir şey ifade etmeyen bir “insanlık”...Darwin’in bizlere armağanı bu anlamsızlık Eskiden ne olduğumuzu bilirdik. Ama şimdi modern paradigma insanın ne olduğunu bilmiyor. Kör tesadüfün var ettiği bir mevcudat olarak tenzil-i rütbeye tabi tutuyor. Bereket gen mühendisleri olaya el atmayı akıl ederek bizlerin evrimini mükemmele doğru yönlendirmeyi amaçlıyorlar.
J0hn Gray devrimci teröründe modern bir icad olduğu kanaatinde.
İnsanlık bilimin kendisine verdiği güçle yeni bir dünya yaratabilmenin peşinde(El Kaide sf:3)
Fakat bu kurulmaya çalışılan yeni dünya Matriks filmindeki Cypher’in yediği biftek gibi. O isteyerek, gerçek olmayan bir yaşamı seçerek sanal bifteği iştahla yer. Bifteğin yanılsama olduğunu bilmesine rağmen zevkle yer. İşin daha da trajik yanı o yalanı seçerken özgürlüğünden taviz vermediği kanısındadır.(J. Gray. Küresel Yanılgılar Sf: 58)
Bütün bunların yanında sırf dünyayı değiştirmek için yapılan gaz odaları, toplama kampları, üstün ırk üretme çılgınlıkları ve kitlesel öldürmeler; hepsi yeni bir dünya için rahatça göze alınabilen giderler.
İlerleme bir din. Bu dinin öğretisi
tarihe her şeyin üstünde bir anlam yüklüyor. Zaman hep ileriye daha güzele doğru ilerliyor. Bir çizgi şeklinde, oysa insanlar eskiden çevrimsel bir tarih görüşüne itibar ederlerdi.
Aradaki fark açık: Çizgisel tarih anlayışında “insan” zamanın mahsulü! Tarihle birlikte ilerleyip mükemmele doğru gidiyor. Bu görüşün başlıca savunucuları ise Hegel ve Marks... Çevrimsel tarih anlayışında ise “tarih” insan mahsulü. İnsan yapıp etmeleri ile birlikte tarihi var ediyor.
İşte bu nedenledir ki bilimde tarih tarafından değil, insan tarafından yapılıyor. Tıpkı tarihinde insan tarafından yapıldığı gibi...
Tabii burada ki kasıt Darwin tarafından tasvir edilen insan değil. Yaratılan insandır.
Yaratılmış olmak bir anlam taşımak bir misyon ile yüklü olmak demektir.
Sorumluluk sahibi olmak demektir...Cenneti dünyada değil,öbür alemde beklemek demektir. Zira bu dünya cennet olmak için hem çok kısa hem de çok küçük. Sığdırmaya çalışmak mümkün değil. Aksine bir çaba ise kurulacak yalancı bir cennet için insanlığın kahir ekseriyetine cehennemi tattırmak demektir.
Adeta sanal bir biftek için dünyayı ateşe vermeyi göze alabilmek gibi... Halbuki failler dünyayı ateşe vermekten değil dünyayı yeniden kusursuz kurmaktan söz ediyorlardı.
Boyundan büyük bir laf! Tıpkı Irak halkına özgürlük getirmek için uçaklarla sörfüler yapmak gibi. Varsın binlerce masum ölsün sonunda daha iyi bir Irak’a kavuşulmayacak mı?
Kavuşuldu mu dersiniz?