Çocukluğumda kalan o coşkuyu ararım bu mübarek günlerde. Ramazan'ı ciğerlerime kadar derinden hissetmek, duymak isterim her seferinde. Ancak o hissi tek başıma yaşamak yerine çocuklarımın da yaşamasını isterim ve teravih için camiye giderken onlara da teklif ederim.
4 yaşındaki oğluma içim ürpererek "Hadi seni camiye götüreyim" derim. Bilirim ki onun için o mekanda namaz, çok farklı bir deneyim. Geniş alan, at gibi koşturup tavşan gibi zıplayıp keyfinden dört köşe olacağı bir park onun için...
Ama cami teyzelerinden çocukluğumdan beri tırsarım. Eskiden beri bu teyzelerin görevinin "çocuksavar gardiyan" olduğunu düşünmüşümdür. Öyle huşuludur ki herbirinin namazları... En küçük bir kıkırdamayı, hıçkırığı "nerden geldi o ses" der gibi namaz aralarında uzun ve delici nazarlarla sorgular. Hedefi bulduğunda da kapının dışına koymaktan çekinmezler. Sürekli farklı camide teravih kılmak durumunda kalırdık çocukluğumuzda...
Başörtüsü takıp muhafazakar camiaya sızan gazeteci gibi ürkerek girdim gene camiye. Çocuk fazla hareketli olunca kapıya yakın bir yer seçtim, "Ben zaten gidecektim" demek için . Çocuk bu, caminin her metrekaresini görmek, keşfetmek, her kapıdan girip çıkmak, merdivenin her basamağının hakkını vermek isterken yaşıtlarıyla konuşuyor, gülüyor da. "Kimin çocuğu bu? Kiminmiş? Tcık, tcık, böyle olmaz ki" fısıldaşmalarını duymama rağmen beni henüz görmemiş olmalarını umarak namaza devam ediyorum.
Namazda önünden kedi bile geçse namazının bozulduğunu düşünen ultra huşulu teyzeler oyuncak arabalarıyla oynayan çocuklara daha fazla tahammül edemeyip seccadelerini hışımla yerden alıp bir bakış oğluma, bir bakış da bana fırlatıp caminin üst katına göç ediyorlar.
Bu teyzelerin oğulları, kızları camiyi severdir umarım. Namaz da kılardır, oruçla da sorunları yoktur inşaAllah. Yoksa hiç siftahı olmamış mıdır? Hep yasaklı alan olarak mı kalmıştır bu mabedler. Kuran'ı çocuğun elinden çığlık çığlığa alan ebeveynler bilirim "çarpılırsın" diyerek... "Kuran çarpan, cısss bişey" olarak kalıverir minik hafızalarda... "Namaz kılanın önünden zinhar geçilmez, Allah taş eder." Bu cümle bile Allah'tan ve namazdan uzaklaştırmak için yeterlidir. "Camiye çocuk getirilmez, alemin huşusu kaçar"
Namaz kılan abid, önünden geçen Mecnun'a kızar "Görmez misin Allah'ın huzurunda namaz kılarım" diye. O da cevabı yapıştırır: "Ben Leyla'nın aşkından seni görmüyorum, sen Mevla'nın aşkına rağmen beni nasıl görürsün" diye...
Bütün hayatını insanların ve çocukların müzik eğitimine ayırmış bir Macar müzisyen, Kodaly, "Eskiden çocuğun müzik eğitimi doğumdan 9 ay önce başlamalı derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Çocuğun müzik eğitimi annesinin doğumundan 9 ay önce başlamalıdır" der.
Din eğitimi kaç yaşında başlamalıdır peki? 11-12 yaşından sonra camiyi sevdirmek, ibadete alıştırmak mümkün müdür? Mübarek Ramazan'da cayır cayır yemek yiyen, sigara tüttüren gençler, sınavları var diye sahura kaldırmaya hiç kıyamadığımız, yahut orucu, namazı sevdirmek yerine zorladığımız, nefret ettirdiğimiz evlatlarımız olmasın...
Öğlene kadar tuttuğumuz tekne oruçlarımızı şekerle ödüllendiren ninelerimiz, dedelerimiz yok artık... Şimdi yalnız karnelere, diplomalara var aferimler... Sonrası mı? Doktor olmuş ama merhamet duygusu hiç gelişmemiş gençler... Hakim olmuş ama adalet duygusu kör kalmış yavrularımız...
"Ey oruç, diriltici rüzgar, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından"
der, Sezai Karakoç şiirinde... Açlık benliğimizi öldürürken, diriltsin ruhlarımızı... Hoşgörümüz daha dar olmasın bu gecelerde... Kalpler kırarak daraltmayalım ümmet sofralarını... Üslubumuz her zamankinden daha naif olsun ki kaçmasın ne genç ne bir çocuk yamacımızdan... Kendimiz için dilediğimizi kardeşlerimiz için de istemeyi hiç unutmayalım... (Amin)