Tarafıma ait sütunda “ Mustafa Kemal Ben-Avi ile görüştü mü?” başlıklı bir yazı yayımladım. Aradan geçen birkaç gün zarfında Ömür Çelikdönmez imzasıyla Fikri kadim sitesinde “Trablusgarp’a Gidecek Mustafa Kemal Aranıyor” başlıklı cevabi bir metin yayınlandı.
Evvela şu hususu bildirmek hakşinaslık gereği olsa gerek. Sayın Çelikdönmez araştırmacılığı, ulaştığı kaynak ve bilgilerden iyi terkip çıkarma yeteneği ve meramını en güzel şekilde anlatabilme becerisi itibariyle takdir edilecek bir yazar. Ama itiraf etmeliyim ki bana cevap yazarken bu yeteneklerini pek yerinde kullanmamış.
Daha da ötesi son derece hissi davranmış. “Şimdi İtalyanların işgale hazırlandığı Libya’ya gidecek Mustafa Kemal aranıyor. Abbas Pirimoğlu dâhil” demek suretiyle olayı tamamen kişiselleştirmiş.
Oysa araştırmacı yazarlık gerçeği arama çabası olsa gerektir.
Sayın dostumuz hissi davrandığı için olsa gerek cevabında, yazımdaki asıl vurguya hiç değinmemiş, sadece Mustafa Kemal’in Sabetayist olup olmadığı boyutu ile işi değerlendirip aceleyle kaleme sarılmış.
Hâlbuki yazım bir daha okunduğu zaman görülecektir ki:
a)Itamar Ben Avi hatıratında Mustafa Kemal ile arasında geçen bir muhavereden bahseder ve bu esnada M. Kemal’in Tevrat’tan bir ayet okuduğunu söyler. Bu vesile ile Mustafa Kemal’in Sabetayist olduğunu iddia eder. Sonra bu iddia Amerika’da bazı yayın organlarınca da dile getirilir.
Yazımda “buraya kadar anlatılanların kesinliği yok” demek suretiyle amacımın asla bir dedikodu olmadığını vurguladıktan sonra asıl muradımı anlatmaya çabaladım. Şayet amacım, dedikodu olmuş olsa idi, sadece Cemal Granda ve Ilgaz Zorlu gibi kişilere değinmez, ayrıca Yalçın Küçük ve “Efendi” kitabının yazarı Soner Yalçın gibi zevatlardan da bahsederdim ki, böyle bir yanlışa hiçbir zaman düşmediğime bütün yakın ve dostlarım şahittir. Çünkü benim için insanların soyu değil ne yaptığı önemlidir.
b)Yazıyı kaleme almamdaki asıl amacımı tekrar açığa çıkartmak için söylediklerimi kısa maddeler halinde tekrar zikretmenin yeridir sanırım.
- Mustafa Kemal Trablusgarp savaşına giderken Kudüs de gerek Elizar Ben-Yehuda ve gerekse Itamar Ben-Avi ile görüştüğü sabittir. Bunu Türk Tarih Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ile İsrail’e yaptıkları bir gezi esnasında Uluğ İğdemir’e İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Shlomo Avineri söylemiştir.
- Bu bilgiye Türk Tarih Kurumu yayınlarından 1980 yılında basılan “Atatürk’ün Yaşamı” isimli kitabında Prof. Uluğ İğdemir yer vermiştir... Şimdi bunun İngilizlerle yahut İsrail’in Mustafa Kemal’i yıpratmakla ne alakası vardır?
- Hatta İğdemir, konunun 1973 yılında Prof. Dr. Jakob M. Landau tarafından, İstanbul da toplanan bir sempozyumda dile getirildiğini üstelik eserine almışsa, şimdi biz İğdemir için İngilizlerin yahut İsrail’in Mustafa Kemal’i yıpratma kampanyasına katıldığını mı söyleyeceğiz? Hele birde buna Türk Tarih Kurumu gibi bir kurumun alet edildiği düşünülünce iddianın son derece asılsız kalacağı aşikâre şekilde anlaşılacaktır. Ayrıca Landau Mustafa Kemal’in Itamer Ben-Avi ile görüştüğünü de belirtmektedir.
- İşin asıl enteresan ve atlanmaması gereken yanı ise şurası: Elizar Ben- Yehuda’nın ölmüş olan İbraniceyi diriltmek amacıyla tam 17 cilt lügat yazarken, görüştüğü Mustafa Kemal’e Osmanlı için Latin alfabesini önermesi ve bizler için Esperanto’yu uygun görmesi. Esperanto; yani 16 kurallı grameri olan basit ve yapma bir dil.
“Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa İngilizlerin kendisini Mısır’dan geçirmeyeceklerini söyleyerek Mustafa Kemal’e izin vermek istemedi ise de, direnince razı oldu. Prof. Hikmet Bayur bu konuda Atatürk’le yaptığı konuşmayı şöyle anlatır:
Atatürk’e ümitsiz ve sonuç bakımından faydasız olan bu işe neden giriştiğini ve gitmek için direndiğini sorduğumuzda: ‘Bunun böyle olduğunu o sırada bende görüyordum, ancak orduda ve akranım olan subaylar arasında maddi ve manevi sıramı muhafaza etmek için buna mecburdum. Esasen İstanbul’da beni fiilen işsiz bırakıyorlardı’ cevabını vermiştir”(İğdemir, Sf:22-23)
Bu konuya Lord Kinross’da “Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu” isimli eserinde şöylece değinir:
“Mustafa Kemal aslında bu savaşın akıllıca bir iş olduğuna inanmıyordu. Çünkü daha büyük tehlikenin Balkanlardan geleceğini biliyordu. Fakat savaş alanındaki başarıları O’nun parti içindeki durumunu sağlamlaştırabilirdi. Bundan başka, Mahmut Şevket Paşa, O’na İstanbul’da göz açtırmıyordu. Ayrıca kendisinden önce Kuzey Afrika’ya giden Enver Bey’den geri kalmak da istemiyordu”(1981,Sf:87)