“Yerin dibine girsin kirli savaşınız!”
Diyarbakır’da bir Kürt anası elindeki bu dövizle protesto ediyordu savaşı. O, sahibi olduğu ana yüreği ile çocuğunu kurtarmanın peşindeydi. Çocuğunu çekerek kendi çapında savaşa karşı en büyük darbeyi vuracağının şuurunda olduğunu da göstermiş oluyordu mesajıyla.
Dik ve cesur duruşuyla... Tıpkı çocukları dağa çıkarılan beraberindeki diğer protestocu analar gibi.
“
Yerin dibine batsın!” Bundan daha çarpıcı bir lanetleme olabilir mi?
Peki, ne batacak? Savaş... Batacak olan savaş nasıl savaş? Kirli bir savaş.
İşte bu! Okumayla tahsille asla elde edilemeyecek olan bir bilgi... Akılla değil yürekle kazanılacak olan bir bilgi. Hakikatin giriş kapısı, bilgeliğin mahsulü olan bir bilgi.
O ana, “kirli savaş” derken dünyanın resmini çiziyordu adeta. Mahkûm ediyordu ahlaksızca çıkarılan savaşları. Yapılan zulümleri, masum insanların öldürülmesini...
İnsanları birbirine kışkırtan saçma sapan ideolojileri. Kapitalist dünyanın çıkardığı cihan savaşlarını; sosyalizm adına dökülen kanları... Ulusçuluk belasının dünyanın başına sardığı felaketleri!
Ah! O ulusçuluk yok mu o ulusçuluk! İslam coğrafyasının bağrına saplanmış zehirli bir hançer.
İdeolojilerin hepsi modern, hepside geçen yüzyıldan kalma; hepsinin de elleri masum kanı ile boyalı... Bu yüzden hepsi kirli! İhtirasların, çıkarların kamçıladığı savaşların hepsinde “akıl” kelimenin tam anlamıyla suç ortağı... Aklın hâkim olduğu yüzyıl, henüz doymadı akıttığı kanlara; ulaştığı kitlesel öldürücü silahların gelişmişliğine!
“Akıl”, ihtirasın ve çıkarın peşinde! Hatta hizmetinde!
Ya “gönül”? Onu görmek isteyen kulak versin Kürt analarının çığlığına!
“Ateş ve Kadın” isimli bir roman yazmıştım. Romanın ana teması işte tam da buydu. Oğlunu dağda kaybetmiş Kürt anaları ile oğlu şehit olmuş Türk analarının el ele, gönül gönüle “barış” için verdikleri mücadelenin hikâyesi.
Romanın kahramanlarından Azize analar meydanda. İnşallah Türk anası olan Melek analarda yakında meydanlara çıkar ve bağırırlar:”
Yerin dibine batsın sizlerin bu kirli savaşınız! diye.
“Yok, olsun bizleri bölen o iğrenç ideolojileriniz!” diye.
Ne bir Türk dünyaya bedeldir, nede bir Kürt! Ne Arab’ın Kürde üstünlüğü vardır nede bir Kürt’ün Türk’e... Hepimiz eşitiz tıpkı bir tarağın dişleri gibi. Üstünlük mü? Üstünlük ise ancak takvaya bağlı. Damarlarda akan kanda değil!
Türk Kemalizm’i zamanla Kürtler arasında kendi Kemalizm’ ini doğurdu. Oysa yüz yıl önce “
Kürtler ile bizi bağlayan yegâne rabıta dini kuvvet idi”* demekteydi Kazım Karabekir. Şimdi Kürt Kemalizm’i:
“Kazım Karabekir’i sileceğiz” diyor BDP’li Van Belediye başkanının ağzıyla.
Tıpkı Türk Kemalizm’inin yıllar önce yaptığı gibi. Merhumun resmi ders kitaplarından çıkarıldı, yargılandı, kitapları toplatılarak yakıldı da ne oldu. Yok, edebildi mi? Asla! Kürt Kemalizm’i yok edebilecek mi? Asla!
Peki, o zaman bu kirli savaş niye? Eğer ideolojileriniz gerçeği değiştirmeye kifayetsiz ise bunca dökülen kan niye? Birbirinize üstün değilsiniz; sizler Allah’ın kullarısınız! Hakikat işte bu! Üstünlük iddiaları asılsız bir palavra...
Peygamberin haber verdiği hakikati, hangi ideolojinin merceği tersine çevirebilir ki?
Kirli savaş!...Ve bu savaştan çıkar sağlayan çevreler!... Ya kaybedenler: Türkler ve Kürtler.
Ağlayan analar... Kanı boş yere heba olan Kürt ve Türk gençleri... Ve onların üzerinden nutuk çeken ideoloji papağanları!
Kürt anaları meydanda! İnşallah sesleri çok daha gürleşecek. Ve onların yardımına
şehit anaları da koşacak ve hep birlikte bağıracaklar:
“Yerin dibine batsın sizin kirli savaşınız!” diye.
“Hepimiz O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz, yalnız O’na hesap vereceğiz!” diye.
“Ne Türk Kemalizm’i, ne Kürt Kemalizm’i, bize Allahın ayetleri yeter!” diye.
*Kazım Karabekir. Kürt meselesi. Emre yay.13.Baskı. sf:11.