İstanbul’un Osmanlı tarafından fethi, bir yandan ticaret yollarının tartışmasız vaziyette Osmanlı egemenliğine geçmesini sağlarken, diğer yandan, etrafını kalın surlarla çevirerek yapılan savunmanın geçersiz kaldığını Batı’ya göstererek, feodal ilişkiler sistemini derinden yaralamıştı
Batı için yaşanılan bunalım gerçekten çok boğucu ve hayati bir önem taşımaktaydı.
Çözümü okyanusun ucu bucağı görülmez sularına dalmakta bulan Batılı kaşifler, efsanede ki Papaz Jean’ın ülkesini belki bulamamıştı ama o güne kadar bilinmeyen
tarih-dışı yeni ülkeleri keşfederek, Batı’nın kötü giden talihini değiştirmişti. Bu yeni ülkeler ile kurulan
yeni ilişkiler Batı’ya zenginlik kazandıracaktır. Bir yanda Doğu’nun hiç dahli olmadan yeni dünya kurulurken eski dünya merkez olma vasfını kaybetmektedir. Akdeniz yerini Okyanuslara bırakmıştır. Kat edilen deniz yolları Batı tarafından ticaret ve soygun amaçlı kullanılmaktadır. Yeniçağda Batı soygun konusunda son derece rahattır. Rahattır çünkü kurucusu olduğu yeni ilişkilerin denetimi tamamen kendisinin elindedir, geleneksel Doğu’nun her türlü engellemesinden uzaktır.
Batı açısından sorun bu ilişkilerin sürekli kılınması ve yaşanılanın geçici bir vurgun olarak kalmamasıdır. Biriken zenginliklerin değerlendirilmesi ve sistemin devamı Batı’da yeni bir düzen gerektirmektedir. Bu zorunluluk karşımıza üretici bir Batı çıkarmıştır. Baykan Sezer yaşanan bu durumu
“Batı ilk kez üretici durumuna geçecektir” cümlesi ile dikkatimize sunacaktır.(Tarihte Doğu-Batı Çatışması Ders Notları. Sosyoloji Yıllığı 12 içerisinde Sf: 96) Bu ayrıca Batı’da endüstrinin gelişmesine olanak sağlar. Yoksa Batı endüstri devrimini yaptığı için dünya hâkimi olmamıştır. Bu Batı’nın hâkimiyetini sevimli ve meşru göstermek amacıyla uydurulan bir efsanedir.
Bu nedenledir ki endüstri İngiltere gibi yeni ilişkilere ayak uydurabilen ülkelerde gelişirken, ilişkileri başlatan İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde geri kalmıştır.(Baykan Sezer. Sosyoloji Yıllığı. 12 .Sf: 113)
Hülasa etmek gerekirse Batı, keşfettiği Amerika gibi yeni karalarda tarihe kazandırdığı ülkelerle yeni ilişkiler kurmuş ve bu ilişkilerde denetim tamamen kendisinin kontrolünde olmuştur. Bu gelişme kendisine dünya hakimiyeti sağlamış, ilişkilerin kalıcı ve sürekli olması istemi endüstri devrimine kapı aralamıştır.
Peki, bu arada Doğu’da ne olmuştur?
Doğu gelişmelerin dışına düşmüştür ama hiçbir biçimde tarihin dışına düşmemiştir. Baykan Sezer Doğu’nun açmazının
yeni gelişmeler önünde yeni seçenek sunamamak olduğunu söyler. Bu arada Batı her ne kadar dünya hâkimiyetini ele geçirse de Doğu’yu unutmamıştır. Üstünlüğünü pekiştirmek istemektedir. Bunun için geleneksel Doğu üzerinde de egemenlik kurmak ister. Doğunun direncini tamamen kırabilsin ki gücü tartışmasız hale gelsin.
Batı bu amaçlarla ilişkilerin içerisine Doğu’yu da katmak ister. Fakat bazı şartlarla: Batı’nın üstünlüğünü kabul etmek tartışma konusu dahi etmemek. İkincisi bu üstünlüğün kalıcı olduğuna inanmalarını sağlamak... Bir diğeri ise üstünlüğün toplumlar arası ilişkiler neticesi değil de ,Batı’ya has, bünyesinde bulunan cevher neticesi olduğuna inanmalarını sağlamak!
İşte bu inancın Doğu ülkelerince kabullenilmesine Baykan Sezer “
Batıcılaşma” der. Onlar hiçbir zaman tam manası ile ‘Batı’ olamazlar, sadece Batı taraftarı olurlar.
Yeni keşfedilen yerlerde oluşan merkezlere de
Batılılaşma der. Çünkü tarih-dışı yerler Batı eliyle kelimenin tam anlamıyla ‘Batı ‘olmuştur. Hatta ABD için tam Batılılaşma terimini kullanır(Sf:99)
Konuya başlarken iki soru sorduğumuzu hatırlayalım. Bunlardan ilki sosyolojinin neden
“19.YY’ da ortaya çıkan bir sosyal bilim?” olduğuydu.
İkincisi ise aynı dönemde, sosyoloji ile aynı konuları işleyen “
etnografya yahut diğer namıyla antropoloji isimli diğer bir disipline ihtiyaç hissettiği?” idi.
İşte ‘toplumu’ ve ‘toplumsal olayları’ kendisine konu edilen bu bilimlerin ayrı ayrı ortaya çıkmasındaki neden Batı’nın yaşadığı bu serüven ile elde ettiği hâkimiyet neticesi ortaya çıkan sorunlardır.
Bu sorunlardan ilk şekli Batı toplumlarında yaşanan iç çelişkileri kendi sorunları iken diğer şekli ise Batı-dışı ülkelerde yaşanan sorunlardır.
Batı bu sorunları ayrı ayrı ele almayı, kendi çıkarları açısından gerekli görmüş ve böylece iki ayrı bilim disiplini ihdas etmiştir.