“Çocuklar hepimiz Atatürkçüyüz ve Atatürk’ü çok seviyoruz değil mi” dedi, Anıtkabir’in önünde elindeki mikrofonu çocuklara doğru uzatmış olan genç sunucu. “Eveeet” dedi çocuklar, hep birlikte. “Ne hissediyorsun?” sorularına her biri farklı cevaplar verdi. Biri “onu çok seviyoruz, ama şimdi yok öldü, bugün ölümünü kutluyoruz” dedi heyecanla. Sunucu kulağına fısıldayıp gafını düzelttirdi çocuğun.
 
Bir diğeri “Bizim için onu sevmek, bir zorunluluk” dedi. Bunu hangi manada söyledi meçhul ama bu ülkede gerçekten de böyle bir zorunluluk vardı, hem de yıllardır.
 
Paralel yapı da laik kesim de sürekli Erdoğan’ın diktatörlüğünü konuşur, tartışır da yıllardır bu ülkede diktatörlere “diktatör” bile denememiştir, bu konu doğru dürüst konuşulamaz bile hala. “Ağaç kesti, AVM yaptı, 3. köprüyü, 3. hava alanını yapmaya kalktı, içki satışını gece ondan sonra yasakladı, twitteri kapattı.” Al sana buz gibi diktatör.
 
Ya ezanları Türkçe okutanlar, camileri ahıra çevirenler, şapka giymeyenleri darağacına çekenler, etnik temizlik kastıyla Alevileri, Kürtleri yakanlar, İstiklal mücadelesinin ardından Kazım Karabekirleri, Mehmet Akifleri itibarsızlaştırıp sürgün edenler…
 
Bir günde toplumu cahil statüsüne indirip, alfabesini değiştirmek yoluyla tarihiyle, kültürüyle, diniyle bağını tamamen koparanlar. Kıyafet inkilabından sonra başörtülülerin her kamusalda, okulda zenci muamelesi görmesine sebep olanlar.
 
Sabahattin Alilere görevine dönmesi için Atatürk’e övgü dolu şiir yazmasını şart koşanları da hatırlayalım. (Sabahattin Ali, görevine bu yolla dönse bile bir süre sonra yine düzene ayak uyduramamış fail-i meçhul bir cinayete kurban gitmekten kurtulamamıştı.) Evet, onu sevmek bir zorunluluktu çünkü. “O olmasaydı olmazdık. Olsak da adımız Dimitri, Yorgo, olurdu…
 
Leman Sam, “ Hacca ve Umre’ye asla gitmem, Araplara para yedirmek istemiyorum” diye düşüncesini rahatça medya önünde ifade edebiliyor. Yıllar önce CHP’li Önder Sav’da Hacca giden bir vatandaşa “Gidip de ne yapacaksın, Araplara para mı yedireceksin? “ demişti.
 
Batı ülkelerine alışverişe ya da tatile gitmek modernliğin ve çağdaş olmanın bir gereğiyken, Allah’ın emri olduğu için Mekke’ye Medine’ye gitmeyi istemeyenlerin de bu tavırlarının da kendi bozuk inanç sistemlerinden kaynaklandığını biliyoruz. Bunu rahatlıkla ifade edebiliyor, dile getirebiliyorlar. Toplum tarafından kınanmaktan öte de bir yaptırıma ya da cezaya da maruz kalmıyorlar.
 
Benzeri bir sözü, bir ünlü de şöyle sarf etseydi: “Anıtkabir’e asla gitmem. Çünkü ben Atatürkçü değilim, Ankaralılara paramı yediremem.” deseydi nasıl bir tepki alırdı merak ediyoruz. Bugün için belki, çok başı ağrımasa da geçmişte, 28 Şubat dönemi de dahil sürekli darbeler ve asker vesayeti altında yönetilmiş bir cumhuriyette hayatı zindan olacağı kesin.
 
1920’de hatimlerle dualarla açılan, dindar insanların, Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin katkılarıyla açılmış bir TBMM’den ve binlerce şehitle kazanılmış bir İstiklal mücadelesinden sonra gerçekten “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletin” mi oldu? Yoksa bu slogan olarak millete yutturulup diktatörlerin diktatöryasından ibaret bir cumhuriyette mi yaşadı bu millet?
 
23 Nisan’ı gerçekten, hakiki anlamıyla bir kere daha idrak etmek lazımdır kanaatindeyim…