Artık robotlardan bile iltifat bekler oldu insanlar. Akrabalarından, dostlarından güzel sözler duyma umudu ve ihtimali kalmamış olmalı ki internet fallarıyla motive olma, moral bulma yolunda. Nasıl mı? Sözde kişilik analizi, yetenek, zeka, meslek eğilimlerinizi size duymak istediğiniz tarzda söyleyen, özünde falım sakızların gelişmişi. En iyi, en güzel, en zeki, en başarılı ve en özel olduğunuzu yazınca "vauvvv bildi kerata" gülümsemesi yapışıverir dudaklara...
İnternet ve sosyal medyanın "sosyal" leştirirken yalnızlaştırdığı bireyler başkalarının afilli paylaşımlarını görünce mutsuz olurmuş. Gençler için kusursuz görünüşü, iyi fiziği ve nefes alan sevgilisi olanlar, olmayanlar için depresif hissetme nedeni olurken, orta yaşlarda maddi koşulları iyi olanların paylaşım yaptığı lüks mekanlar, arabalar, tatiller psikolojik olarak kötü hissetme sebebi.
Paylaşımın "gösterme, gösteriş" anlamına geldiği, anlam kaymasına uğradığı günümüzde, başkalarının sözümona "olağanüstü" hayatlarını seyretmekten kendi imkanlarına şükretmekten ve sahip olduğu varlıklarla mutlu olmaktan uzaklaşan insanlar hızla arttı. Ancak bir yanılsama var. Boudrillard post modern dünyada 'olma'nın yerini "gibi olmak"ların aldığını söylerken yanılmıyor.
Teknoloji bir taraftan ışık hızıyla daha daha iyiyi, gözümüze gözümüze sokarken bozulan moralleri, sunduğu pembe, beyaz fallarıyla tamir etmeye, laykların sayısına ayarlı endorfinleri bir üst noktaya taşıyarak bağımlı kitlenin ekrandan uzaklaşmamasının aksine tamamen kilitlenmesinin önlemini alıyor.
İnsanoğlunun, onaylanma, beğenilme dürtüsünü, zaafını kullanarak ayakta kalan siteler, oyunlar yani sanal alem, 7'den 70'e büyük bir kitleyi, gerçeği tahakküm altına almakta.
Hikaye odur ki uzak bir ülkede padişah, her vakit kendini daha ali, daha yüce hissetmek için daha ağzından ferman çıkmadan temenna eden, alkışlayan vezirini sever, aksi şekilde davranan vezirlerini idam ettirirmiş.
Modern insan belki de kainata baktığı pencereyi değiştirmeli. Onaylanmak, beğenilmek, sevilmek en samimi haliyle ve sadece bizi canı gibi sevenlerden hiçbir beklenti olmadan gelirse sahicidir. Ve daima seyredip bir üst sınıfla kıyasladığımız maddi koşulların bile veremediği huzuru bulmanın yolları belki de çok çok başka yerlerde...
Vatanı, ezanı, bayrağı için cepheye, şehadete koşan gençlerin halini kıskanmaya ne dersiniz? Biz evde Tv başında kahvemizi içerken soğukta, sıcakta garipleri, yetimleri, mültecileri yedirip giydirenlere "ahhhh keşke" diye imrenerek baksak nasıl olur?
Yaşlısını, engellisini sırtında taşıdığı halde "iyi ki var, o evimin neşesi, bereketi" diyen annelere, evlatlara iç çekerek gıpta edebilsek. Ekmeksiz, susuz kalmış kediye, köpeğe merhametle bir kap yiyecek koyarken içimiz titrese. İhtiyaç kalır mı daha çok tüketerek varolmaya, asılsız şöhrete, sahte itibara, iltifatlara...
Goethe'nin dediği gibi "Çalışmak ve iyilik etmek, Tanrının bize öyle bir ihsanıdır ki, seven ve bedbaht olan kalplerde aşkın yerini tutar."