KENDİ İÇİMİZDE KAYBEDİLMİŞ SAVAŞLAR ÜZERİNE
KENDİ İÇİMİZDE KAYBEDİLMİŞ SAVAŞLAR ÜZERİNE
Konumuz her gün seyrettiğimiz acı savaş manzaraları, birilerin daha fazla kazanma adına verdiği acımasız rekabet ya da güçlünün zayıfları ezdiği savaş değil yazının konusu. Kendi iç dünyamızda verdiğimiz amansız mücadeleden geriye kalanlardır. Nice büyük savaşlardan zaferle çıkıp kendi ile baş başa kaldığında en acı mağlubiyeti yaşayan nice insan tarihin acıklı sayfalarında okumamızı ve anlamamızı beklemektedir. İnsanın içindeki coşkuyu kaybettiği, mücadele hissini yitirdiği, tutkularını bıraktığı, yarınlara dair umutların rengi koyu bir griye doğru kaydığında ve en önemlisi vicdanı ile yaptığı kıyasıya mücadeleden ağır bir yenilgi ile sınırlarının dışına atıldığında gerçek savaş kaybedilmiş demektir.
Çocukça hisler barındırdığımız, hayallerimizi ve umutlarımızı barındırdığımız iç dünyamızda anlamsızca yapılan yanlışlar sonucunda içimizdeki baharı, içimizdeki çocuğu, içimizdeki renkleri kaybettiğimizde en ağır yenilgiyi almışız demektir. Yaşamın manası kalmamıştır. İçimizde duygu ve hislerin tüm yoğunluklarını verdiği iyi ve kötülerin savaşında kayıpların telafisi olmamaktadır.
İnsanlık, tarihin en görkemli zaferlerini gerçek manada yazabilseydi, bu bilmem kaçıncı dünya savaşları değil, bilmem nerelerin fethi değil insanın kendi içindeki mücadeleyi kazanıp her şeye rağmen ve tüm yaşanmışlıklara, tüm beğenilmişliklere rağmen iç dünyasında kurduğu tüm güzellikleri barındıran koca imparatorlukların hikayesi olurdu.
Hayatın acımasızlıkların ortasında, çevrede olan ve yaşanan tüm acı hikayelerin yanında insanın yalnız başına kendi iç dünyasında herkesten habersiz verdiği amansız savaşın geride bıraktığı enkazları kaldırmak insanın en zor vazifesi olsa gerek.
Aslında kaybetmek kendi iç dünyamızda olmuyor sadece, önce başka insanlarla ilgili kayıplarla başlıyor süreç. Başka bir insanda kaybettikçe kendi iç dünyamızdaki sorgulamalar, zamanla hisler ve duyguların kendilerini sorgulamalarına neden olmaktadır. Bu sorgulamalar bazen o kadar yoğun olur ki içimizdeki hisler ve duygular karmakarışık bir hal alır. İşte bu noktada aklın seçiciliğine müracaat etmeyen insanlar yoğun duygular arasında sıkışıp kalırlar. Böyle anlarda verilen her karar insanı zafere yada kaybetmeye götürecek bir adımdır.
İç dünyamızda kaybettiğimiz her savaş bir yaradır. Bazen insan takılıp kalır. Bazen atlatamaz, o noktaya bağlanmış bir zincir onu sürekli yönlendirmektedir. Orası bir merkez olmuştur insanın iç dünyasında. Her şeyi ona göre ölçer, biçer ve onunla mukayese eder. O noktayı bir referans kabul eder. Hani koca filleri önce bir ağaca bağlarlar sonra alıştığında küçük bir kazığa bağlarlar ya. İşte aynen öyle insanda yenilmiştir bir kere iç dünyasında. O nokta ne olursa olsun onu mağlup etmiştir. Bundan sonra sık sık takılıp kalacağı aşılmaz dağlar gibi gelecektir orası.
Kendi içimizde çözemediğimiz her düğüm bizi kendine bağlayacak ve attığımız her adımda dönüp baktığımız bir yer olacaktır. İşte kaybedilen en büyük savaş ve en büyük mücadele iç dünyada yaşanıyor aslında.
Her gün kendi iç dünyasında verdiği mücadeleyi kaybeden insan hikayeleri ile dolu gazete ve haber sitelerinin satır araları. Trafikte kendi hırsına öfkesine yenilen Her gün yüzlerce kaza haberleri, yaşama bağlanma umudunu kaybedip hayatın kıyısında yarım hikayeler bırakan, yaşanmamışlıklar bırakan pek çok insanın haberlerini duyuyoruz. Kendi içinde öfkesini, kinini, hırsını ve daha nice kötülükleri yenememiş insanların geride bıraktıkları acıları okuyoruz.
İnsanlık olarak başkalarının savaşlarını değil de kendi savaşımızı kazanmaya odaklı yaşamadıkça bu acı haberlerin ardı arkası hiç kesilmeyecektir. Kendimizi düzelttiğimizde etrafımızda pek çok şeyin düzelip güzelleşeceğini fark etmedikçe kaybedilen savaşların azalması da mümkün değildir. Kendimizden başlayarak en yakınlarımızı bu amansız savaşta yalnız bırakmazsak her şey daha güzel olacaktır.
İnsanlık için verilen her mücadele kutsaldır. Ama bu topyekün savaşlarla değil insan odaklı ve birey odaklı çözümlerle çözülebilir. Eğer büyük savaşlar tüm sorunları çözseydi yüzyıllardır bu sorunlar çoktan çözülmüş olmazmıydı. Kendi iç dünyasındaki mücadeleyi kazanamamış insanların neleri kazandırabilecekleri belli değilmidir. Bu baştan kaybedilmiş bir savaş değilmidir. İnsan kaybetmeye kendinden başlar. Bir insan kaybedince önce yakınları sonrada diğer çevresi kaybetmiş değilmidir. Tam tersinden bakarsak bir insan kendi mücadelesini kazanınca herkes kazanmış değilmidir.
Konumuz her gün seyrettiğimiz acı savaş manzaraları, birilerin daha fazla kazanma adına verdiği acımasız rekabet ya da güçlünün zayıfları ezdiği savaş değil yazının konusu. Kendi iç dünyamızda verdiğimiz amansız mücadeleden geriye kalanlardır. Nice büyük savaşlardan zaferle çıkıp kendi ile baş başa kaldığında en acı mağlubiyeti yaşayan nice insan tarihin acıklı sayfalarında okumamızı ve anlamamızı beklemektedir. İnsanın içindeki coşkuyu kaybettiği, mücadele hissini yitirdiği, tutkularını bıraktığı, yarınlara dair umutların rengi koyu bir griye doğru kaydığında ve en önemlisi vicdanı ile yaptığı kıyasıya mücadeleden ağır bir yenilgi ile sınırlarının dışına atıldığında gerçek savaş kaybedilmiş demektir.
Çocukça hisler barındırdığımız, hayallerimizi ve umutlarımızı barındırdığımız iç dünyamızda anlamsızca yapılan yanlışlar sonucunda içimizdeki baharı, içimizdeki çocuğu, içimizdeki renkleri kaybettiğimizde en ağır yenilgiyi almışız demektir. Yaşamın manası kalmamıştır. İçimizde duygu ve hislerin tüm yoğunluklarını verdiği iyi ve kötülerin savaşında kayıpların telafisi olmamaktadır.
İnsanlık, tarihin en görkemli zaferlerini gerçek manada yazabilseydi, bu bilmem kaçıncı dünya savaşları değil, bilmem nerelerin fethi değil insanın kendi içindeki mücadeleyi kazanıp her şeye rağmen ve tüm yaşanmışlıklara, tüm beğenilmişliklere rağmen iç dünyasında kurduğu tüm güzellikleri barındıran koca imparatorlukların hikayesi olurdu.
Hayatın acımasızlıkların ortasında, çevrede olan ve yaşanan tüm acı hikayelerin yanında insanın yalnız başına kendi iç dünyasında herkesten habersiz verdiği amansız savaşın geride bıraktığı enkazları kaldırmak insanın en zor vazifesi olsa gerek.
Aslında kaybetmek kendi iç dünyamızda olmuyor sadece, önce başka insanlarla ilgili kayıplarla başlıyor süreç. Başka bir insanda kaybettikçe kendi iç dünyamızdaki sorgulamalar, zamanla hisler ve duyguların kendilerini sorgulamalarına neden olmaktadır. Bu sorgulamalar bazen o kadar yoğun olur ki içimizdeki hisler ve duygular karmakarışık bir hal alır. İşte bu noktada aklın seçiciliğine müracaat etmeyen insanlar yoğun duygular arasında sıkışıp kalırlar. Böyle anlarda verilen her karar insanı zafere yada kaybetmeye götürecek bir adımdır.
İç dünyamızda kaybettiğimiz her savaş bir yaradır. Bazen insan takılıp kalır. Bazen atlatamaz, o noktaya bağlanmış bir zincir onu sürekli yönlendirmektedir. Orası bir merkez olmuştur insanın iç dünyasında. Her şeyi ona göre ölçer, biçer ve onunla mukayese eder. O noktayı bir referans kabul eder. Hani koca filleri önce bir ağaca bağlarlar sonra alıştığında küçük bir kazığa bağlarlar ya. İşte aynen öyle insanda yenilmiştir bir kere iç dünyasında. O nokta ne olursa olsun onu mağlup etmiştir. Bundan sonra sık sık takılıp kalacağı aşılmaz dağlar gibi gelecektir orası.
Kendi içimizde çözemediğimiz her düğüm bizi kendine bağlayacak ve attığımız her adımda dönüp baktığımız bir yer olacaktır. İşte kaybedilen en büyük savaş ve en büyük mücadele iç dünyada yaşanıyor aslında.
Her gün kendi iç dünyasında verdiği mücadeleyi kaybeden insan hikayeleri ile dolu gazete ve haber sitelerinin satır araları. Trafikte kendi hırsına öfkesine yenilen Her gün yüzlerce kaza haberleri, yaşama bağlanma umudunu kaybedip hayatın kıyısında yarım hikayeler bırakan, yaşanmamışlıklar bırakan pek çok insanın haberlerini duyuyoruz. Kendi içinde öfkesini, kinini, hırsını ve daha nice kötülükleri yenememiş insanların geride bıraktıkları acıları okuyoruz.
İnsanlık olarak başkalarının savaşlarını değil de kendi savaşımızı kazanmaya odaklı yaşamadıkça bu acı haberlerin ardı arkası hiç kesilmeyecektir. Kendimizi düzelttiğimizde etrafımızda pek çok şeyin düzelip güzelleşeceğini fark etmedikçe kaybedilen savaşların azalması da mümkün değildir. Kendimizden başlayarak en yakınlarımızı bu amansız savaşta yalnız bırakmazsak her şey daha güzel olacaktır.
İnsanlık için verilen her mücadele kutsaldır. Ama bu topyekün savaşlarla değil insan odaklı ve birey odaklı çözümlerle çözülebilir. Eğer büyük savaşlar tüm sorunları çözseydi yüzyıllardır bu sorunlar çoktan çözülmüş olmazmıydı. Kendi iç dünyasındaki mücadeleyi kazanamamış insanların neleri kazandırabilecekleri belli değilmidir. Bu baştan kaybedilmiş bir savaş değilmidir. İnsan kaybetmeye kendinden başlar. Bir insan kaybedince önce yakınları sonrada diğer çevresi kaybetmiş değilmidir. Tam tersinden bakarsak bir insan kendi mücadelesini kazanınca herkes kazanmış değilmidir.