“Yaşayan bir organizma” olan şehirler için bu ifadenin kullanılmasının en önemli sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz insanlardır. İnsanlar şehirlerde yaptıkları yoğun faaliyetlerle şehirlerin “canlı bir organizma” gibi gelişmesine ve büyümesine neden olurlar.
Şehirler, insanlar gibidir aslında. Belki, insanlar da yaşadıkları şehir gibidir. Sosyolojinin öncülerinden kabul edilen, 14. Yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan İbn-i Haldun “şehirlerde insan gibi doğarlar, büyürler ve ölürler” diyerek şehir ve insan arasındaki ilişkiye ilk değinen kişilerden birisidir.
Şehirlerin kaderi hep insanların kaderine benzer. Bazı şehirlerde hüzün bulutludur gökyüzü, bazılarında ise hep güneşli. Nice acıklı olaylara tanıklık etmiştir şehirler. Nice mutlu olaylara da aynı zamanda.
Tarihin ihtişamlı şehirleri Erika, Uruk, Mari, Babil, Kartaca gibi şehirlerin adını bilenler ne kadar az günümüzde. Bunların arasında günümüze kadar ulaşan şehirler Roma, İstanbul, Bağdat ve Pekin hala eskisi kadar güzel ve ihtişamlılar. Yıkımın şehri Bağdat, acının şehri Kudüs, günümüz tabiriyle aşkın şehri olan Paris.
Şehirler doğup, gelişip, büyüyüp yok oluyorlar. Bazen tarihin tozlu sayfalarının arasından çıkıp yeniden eski günlerine, eski canlılığına kavuşan şehirler. Bazen tarihin tozlu sayfaları arasında unutulup giden şehirler. Yakılıp, yıkılan, harap olan şehirler. Günümüzün ören yerleri, harabeleri…
İsmi şehirle birlikte anılan her şehirle özleşmiş kişiler vardır. Sezar’ın Roma’sı, Fatih’in İstanbul’u ve Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü gibi…
Bir şehir, binlerce insan, binlerce hatıra ve binlerce yıllık adeta şehrin havasına nüfuz etmiş yaşanmışlıklar. Şöyle gözlerinizi kapatıp iç dünyanızda şehri hissedin. Size neler söylüyorsa o şehir aslında o dur. “Bursa maneviyatlı şehirdir vesselam” diyen Evliya Çelebi muhtemelen böyle hissetmişti gözlerini kapatıp ruh dünyasına açılırken.
Her şehrin bir kimliği var yaşayan insanlara akseden. İnsanların kişilik, karakter ve mizaçlarına etki eden şehrin suyu, havası…
İnsanlar, şehrin yaşayan bireyleri. Yaşanmışlıklar, şehre ruh katan, suyuna ve havasına akseden. Şehirler biz, bizde yaşadığımız şehirleriz aslında.
Şehirler, insanlar gibidir aslında. Belki, insanlar da yaşadıkları şehir gibidir. Sosyolojinin öncülerinden kabul edilen, 14. Yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan İbn-i Haldun “şehirlerde insan gibi doğarlar, büyürler ve ölürler” diyerek şehir ve insan arasındaki ilişkiye ilk değinen kişilerden birisidir.
Şehirlerin kaderi hep insanların kaderine benzer. Bazı şehirlerde hüzün bulutludur gökyüzü, bazılarında ise hep güneşli. Nice acıklı olaylara tanıklık etmiştir şehirler. Nice mutlu olaylara da aynı zamanda.
Tarihin ihtişamlı şehirleri Erika, Uruk, Mari, Babil, Kartaca gibi şehirlerin adını bilenler ne kadar az günümüzde. Bunların arasında günümüze kadar ulaşan şehirler Roma, İstanbul, Bağdat ve Pekin hala eskisi kadar güzel ve ihtişamlılar. Yıkımın şehri Bağdat, acının şehri Kudüs, günümüz tabiriyle aşkın şehri olan Paris.
Şehirler doğup, gelişip, büyüyüp yok oluyorlar. Bazen tarihin tozlu sayfalarının arasından çıkıp yeniden eski günlerine, eski canlılığına kavuşan şehirler. Bazen tarihin tozlu sayfaları arasında unutulup giden şehirler. Yakılıp, yıkılan, harap olan şehirler. Günümüzün ören yerleri, harabeleri…
İsmi şehirle birlikte anılan her şehirle özleşmiş kişiler vardır. Sezar’ın Roma’sı, Fatih’in İstanbul’u ve Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü gibi…
Bir şehir, binlerce insan, binlerce hatıra ve binlerce yıllık adeta şehrin havasına nüfuz etmiş yaşanmışlıklar. Şöyle gözlerinizi kapatıp iç dünyanızda şehri hissedin. Size neler söylüyorsa o şehir aslında o dur. “Bursa maneviyatlı şehirdir vesselam” diyen Evliya Çelebi muhtemelen böyle hissetmişti gözlerini kapatıp ruh dünyasına açılırken.
Her şehrin bir kimliği var yaşayan insanlara akseden. İnsanların kişilik, karakter ve mizaçlarına etki eden şehrin suyu, havası…
İnsanlar, şehrin yaşayan bireyleri. Yaşanmışlıklar, şehre ruh katan, suyuna ve havasına akseden. Şehirler biz, bizde yaşadığımız şehirleriz aslında.