Zaman her gün bir sayfayı koparıp atarken bir kenara ona karşı durmak mümkün mü? Durmadan akan suya, esen rüzgar set çekebilen insanoğlu bir sette zamana çekebilir mi?
İlk insanların bin yıllık yaşam süresinde yapılanlarla günümüzdeki ortalama yetmiş yıllık insan hayatında yapılanlar arasında fark olmasa da zamanda bir daralma olduğu gerçektir. İnsan hayatının yaşam süresi azaldıkça işlerin yapılma hızının artması zaman karşı yapılan amansız bir yarışın göstergesidir. Eskiden at ve deve sırtında aylarca seyahat eden insanoğlu günümüzde birkaç saatte dünyanın herhangi bir yerine kolayca ulaşabilmekte, gitmeden oraları görebilmektedir.
Yaşam ne kadar hızlanırsa hızlansın zamana yetişmek mümkün olmuyor. Saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar akıp gidiyor. Bir ömür süresinin içini ne kadar doldurabilirsen doldur, ömür bitiyor. Hayat akıp gidiyor. Her şey değişirken zamanın akışı hiç değişmiyor. Kimseye, hiçbir şeye aldırmadan önüne çıkan her şeyi harmanlayıp geçiyor.
Bizim olmayan ve hiçbir zaman olmayacak şeylerin peşinde koşarken bize ayrılan süre bitiyor. Farkına bile varmıyoruz. Saatler geçiyor tik tak ve kopuyor takvimden bir yaprak. Fırtınalar ve dalgalar bile aşındırırken en sert kayaları, zayıf insanoğlu nasıl karşı koyabilir ki zamana.
Sel olup aksak da, yıldırımlar gibi koşsak da zamanın olduğu yerde bizim hükmümüz geçmiyor. Zamanın ve mekanın sahibinin tasarrufu dışında yaprak bile kımıldamazken, bizim zamana karşı koymamız ne mümkün.
Zaman akıp gidiyor, bir gün, bir hafta, bir ay, bir mevsim daha geçiyor. Bir gün gibi bir yıl da insan ömrünün kısa bir özeti değimli. Bir günde olsa, bin yılda olsa değişen ne ki? Hayatı içini doldurabildiğimiz ölçüde yaşıyoruz. Bazen boş, bazen dolu. Bezen yıllara bedel bir gün. Nihayetinde bize ayrılan zaman bitiyor gün gün.
İlk insanların bin yıllık yaşam süresinde yapılanlarla günümüzdeki ortalama yetmiş yıllık insan hayatında yapılanlar arasında fark olmasa da zamanda bir daralma olduğu gerçektir. İnsan hayatının yaşam süresi azaldıkça işlerin yapılma hızının artması zaman karşı yapılan amansız bir yarışın göstergesidir. Eskiden at ve deve sırtında aylarca seyahat eden insanoğlu günümüzde birkaç saatte dünyanın herhangi bir yerine kolayca ulaşabilmekte, gitmeden oraları görebilmektedir.
Yaşam ne kadar hızlanırsa hızlansın zamana yetişmek mümkün olmuyor. Saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar akıp gidiyor. Bir ömür süresinin içini ne kadar doldurabilirsen doldur, ömür bitiyor. Hayat akıp gidiyor. Her şey değişirken zamanın akışı hiç değişmiyor. Kimseye, hiçbir şeye aldırmadan önüne çıkan her şeyi harmanlayıp geçiyor.
Bizim olmayan ve hiçbir zaman olmayacak şeylerin peşinde koşarken bize ayrılan süre bitiyor. Farkına bile varmıyoruz. Saatler geçiyor tik tak ve kopuyor takvimden bir yaprak. Fırtınalar ve dalgalar bile aşındırırken en sert kayaları, zayıf insanoğlu nasıl karşı koyabilir ki zamana.
Sel olup aksak da, yıldırımlar gibi koşsak da zamanın olduğu yerde bizim hükmümüz geçmiyor. Zamanın ve mekanın sahibinin tasarrufu dışında yaprak bile kımıldamazken, bizim zamana karşı koymamız ne mümkün.
Zaman akıp gidiyor, bir gün, bir hafta, bir ay, bir mevsim daha geçiyor. Bir gün gibi bir yıl da insan ömrünün kısa bir özeti değimli. Bir günde olsa, bin yılda olsa değişen ne ki? Hayatı içini doldurabildiğimiz ölçüde yaşıyoruz. Bazen boş, bazen dolu. Bezen yıllara bedel bir gün. Nihayetinde bize ayrılan zaman bitiyor gün gün.