Mevsim sonbahar, önümde bir yol var. Gidiyorum tozlu yollardan. Çam ağaçlarının kokusu toprak kokusuna karışmış. Ağaçların yaprakları sararıp solmuş. Karşımda eşsiz bir manzara, kızıla boyanmış yapraklar bütün, içlerinde derin bir hüzün. Bir çınar yaprağı suyun üstünde, kahverenginin hüzünlü rengine bürünmüş. Bir el gibi son bir tutunacak yer arar sanki. Bütün renkler hüzün, bütün renkler güz’ün. Baharın çiçekleri olmasaydı en güzel mevsim olurdu güzün.
Kurumuş otların arasına bir tutam yeşillik gizlenmiş adeta hicabından. Dut ağaçları sarının en güzel tonunda, onunda yaprakları asaletli vedasında. Kiraz ağaçları kızıl alev tonunda, onlarda sarıyor etrafı masum bir tutkuyla. Toprak kahverengi, çağırıyor yaprakları kendine ve rengini veriyor üstüne düşen yapraklara bir bir. Toprağa düşen her yaprağın aslında rengi kahverengidir.
Önce serin nemli bir esinti geliyor içimi üşüten. Tepeyi geçince anlıyorum tek ben değilim üşüyen. Bir ulu çınarın gölgesinden sızan su az ötede birikip üstüne örtmüş tüm yaprakları. Sarının asaleti, kırmızının tutkusu yerini bırakmış kahverengiye. Bir patikadan çıkıyorum tepenin zirvesine. Bir deve dikeni sımsıkı tutuyor paçamdan oda kurumuş feryat figan. Az ötede, tepenin yamacında manzarayı bölen bir ton. Bir uğultu bir gürültü kopuyor birden.
Doğanın tüm renkleri kuşatıyor etrafımı inanılmaz bir renk cümbüşü adeta. Bir tefekkür sarıyor ruhumu. Gidiyor mevsim rengarenk kışa doğru. Ben üşüyorum. Onlar huşu içinde süzülüyor havada. Son bir kez nazlanarak iniyor yere doğru. Tam bir teslimiyet içinde, vazifelerini tamamlamanın keyfinde. Onlar düşüyor kimi toprağa kimi suya. Dalıyorlar ebedi bir uykuya.
Zaman işliyor saat gibi tik tak. Düşüyor yine zamanı dolan bir yaprak. Her şey muntazam, her şey tastamam. İşliyor her şey saat gibi tik tak ve anlıyorum ki bize bir şeyler anlatıyor düşen her yaprak. Anlıyorum ki şu eşsiz sanat, geçen her saat, beni ruhumun zirvesine götüren bir nasihat.